Bu blog'ta yazılanların her hakkı yazarın kendisine aittir. Kaynak gösterilmeden ve izni olmadan hiçbir yerde yayınlanamaz.

BALODAKİ DAVETLİLER

Popüler Yayınlar

9 Ağustos 2010 Pazartesi

McDonalds'tayım, Yalnızım, Ara Beni

Bugün kurs çıkışı şehir merkezinde şöyle bir dolanırken, peşime biri takıldı. Meğer yalnızlığımmış. Şu an dedim, keşke yanımda biri olsaydı. Biri ya... Herhangi biri! Konuşabileyim, yeter. (Fon müziği: Norah Jones -Be My Somebody)

Kurs çıkışı, önceki hafta sorduğu gibi, şehir merkezine doğru gidiyorum, o tarafa gelen var mı demesini bekledim Kimyacı'nın. Hayır aslında bunu beklemedim. Ama denk gelmeyi bekledim bi şekilde, beraber aşağı doğru yürürüz diye bekledim. Ama merdivenlerden inerken bi baktım arkama, gelen yok. Sanırım hocaya bir şey sormak için oyalandı ya da tuvalete falan gitti. Daha sonra, parkın orada ben otobüs beklerken o yolun karşısından aşağı doğru yürüyordu. Beni gördü mü bilmiyorum. Geçen hafta sırf utangaçlığımdan onunla gitmemiştim. (Aferin bana)

Bugün onun çok azimli ve çok çalışkan olduğunu fark ettim. Kendiminse en azından bu kursla ilgili olarak ne kadar yetersiz çalışıyor olmuş olduğumu. Kimyacı 1 sene içerisinde Amerika'ya gidecek. Bugün bana bu hüzünlü geldi. Hemen senaryomu yazdım: Ben ona aşık olmuşum o bırakıp gidiyor beni ve bir başka Orion vakası yaşıyoruz, 4 sene onu unutamıyorum falan... Gözyaşı, kan, cinayet... vs vs. Kalbim ellerimde, kalakalıyorum.

Onu facebook'ta arattım ve sadece 60 arkadaşının olduğunu görmek beni biraz,nasıl desem, şüphelendirdi mi... nedir. Öyle bir şey. Asosyal misin oğlum?

Ayrıca bugün gözüme fazla damat gözüktü Kimyacı. Fazla damat işte, nasıl derler. Fazla içkisi, kumarı yok, fazla düzgün, fazla efendi. Fazla, anneannemin beğeneceği gibi biri. Fazla... sıkıcı? Yani, çok güzel çok hoş, muhabbeti falan keyif alabileceğim gibi derken, bir şey eksik...Ne eksik ne eksik... Muzurluk??? Ya da... Ben böyle daha bi takmaz tavırlı erkeklerden  mi hoşlanıyorum ki? Azıcık efe. Karar veremedim. Evet, bu çocukta hiç maçoluk yok. :D

Anneme kızdım. Çok kızdım... Anneme küstüm, tüm şehir bana küstü. Ve ayrıca kedim de yok. Sadece annemin adını verdiğim bi kuzucuğum var oyuncak, kafasında ponponu falan var. Ona sarılıp yatıyorum. Almeida'da her şey sanki daha zor... Almeida'da hiçbir şeyden kaçamıyorum sanki. Hepsi üstüme üstüme geliyor. Ve her köşeden bir yalnızlık çıkıyor, ve hiçbir köşe de düşlere dalabileceğim bir maviliğe çıkmıyor!

Dönüp baktığımda her şey çok hüzünlü... Bayan Melankoli olmak istemiyorum, ama öyle. Keşke Kimyacı'yla konuşabilseydim. O her şeyi anlarmış, ve anlayışla karşılarmış gibi bakıyor. Şefkatli bakışlar. Ve bugün gene sınıfa girdiğimde bana baktı. Ama bir şey eksik, ne eksik ne eksik? Yoksa benim ödüm mü patlıyor bağlılık düşüncesinden?



Fikrimden geceler yatabilmirem. Bu fikri başımdan atabilmirem... Duyduğum en güzel Azeri türküsü... Her bir dertten ala... yaman ayrılık...



İşte o, beni anlar duygusu Orion'da da, çok yoğun hissettiğim bir şeydi. Çünkü içimde bir kız çocuğu var merdivenlere oturmuş, dizleri yara... Ona erişebildiği hissediyordum onun. Günlük hayatta sohbet ettiğim, konuştuğum günlük şeylerden, gündemden, kültürden, kitaplardan, filmlerden öte, biri vardır ya hani içinizde, saklı tuttuğunuz, onu kimse bilmez, ama onun canı yanar bazen, hissedersiniz, küçük bir çocuğun kırık kalbidir o, ya da gizli gizli gidip odasına ağladığı yastıktaki nemdir... "Şimdi aşk çok uzakta bir çocuğun kalbidir. Ve bir kalbi bir bedenden ayırıp gitmenin tam vaktidir. HOŞÇAKAL..." (Hoşçakal- Cem Adrian)



Orion... 17 yaşımın kahramanı. BİR OLASILIK. Olasılıkların en zehirlisi. En tatlısı. Kötü büyücünün uzattığı elma, denizkızının gemici aşığına kavuşmak için sesini vermesi, karşılığında bir çift bacağa kavuşması. Benim bacaklarım yok ama. Konu aşka gelince kendi denizimden çıkamayan denizkızıyım ben. Bacaklarım yok. Kimseye gidemem. Güzel şarkılar söyleyip dibe çekmek mi isterim onları? Denizcileri kendime aşık etmek mi isterim? Bilemem...



Bugün, çok şişmanladım temalı mızmızlanmalarımı bi kenara bırakıp omzu ve yakası açık siyah dar bir bluz ve bantlı feminen açık ayakkabılar giydim. Kuaföre gidip saçımın kırıklarını aldırdım (kalbimin değil!) ve fönlettim. Tam o sırada telefon çaldı. Bi ses. Baby Jean nasılsın bakalım falan diyor. Bir erkek ama numara kayıtlı değil.. Sonra Isadora'dan, bölümden biri çıktı. Yaa numaramı kaydetmezsen böyle olur, sen benim kim olduğumu bilene kadar ben konuşmaya devam edeceğim bakalım, hadi bakalım, falan... Fernando? Evet. Ta kendisi. O da Almeida'daymış. Arayaymışım onu müsait zamanımda mutlaka... Görüşelimmiş... Yalnızım malnızım derken ilaç gibi geldi. Ama Fernando'nun geçen sene bi bilgisayar programıyla ilgili bi kursta gözceyizlerimin önünde Samantha'ya asıldığını gördüm ya, şimdi artık çok iğrenç geliyor. WOMANIZER, n'olcak! Erkekler hep böyle işte! Kimyacı hariç. <3 :) (O kendini bilime adamış biri! :p)


Sonra işte, yalnız bir Almeida akşamında yalnız bir Baby Jean olarak, yalnız adımlarla yürürken şehir merkezinin ışıkları arasında, McDonald's a girdim. McRoyal menümle sözde diyetimi bir güzel şenlendirdim. Üstüne de eskiden apple pie diye tabir ettiğimiz şimdiyse dondurmalı tatlı diye anılan bir yiyecek harikasını yedim. Karşı tarafımda da bir oğlan (belki benle yaşıt belki 1-2 yaş küçük) büyük boy bi menü yedi. Arada bana baktı. Ben de ona baktım çaktırmadan. Sonra o kalkınca iyice yalnızlaştım. Bi taksiye atladım. Eve geldim.


Günlerimin yeterince eğlenceli geçmediğini hissediyorum. Ama bir yandan da programım yoğun. Keşke tüm sevdiğim insanlar yanımda olabilselerdi... Kolum incindi ve 3,4 gündür spora gidemiyorum. Adeta sevindim buna! Spor çok zahmetli, çok sıkıcı. Pff pff pff... Ama yarından itibaren yepisyeni bir Baby Jean'le karşınızda olacağımdan, benim o yepisyeni, ve gelişmiş bir üst versiyonum Baby Jean spordan keyif alan, tammmamiyle optimistik, kendisiyle süper barışık, çalışkan, rahat ve Kimyacı'ya, "Hey yo, şehir merkezine mi gidiyorsun, bebek?" diyebilen bi canlı türü olacak. :D





Kimyacı'yla konuşmak istiyorum. Onunla kimyadan, Madame Curie'den şundan bundan, bilimden, hayattan, ölümden... Bir şeylerden ve hiçbir şeyden konuşmak istiyorum. Bana Orion'dan önceki erkek arkadaşımı (Matt) anımsatıyor nedense. O da non-maço bi tipti. Güvenilir falan. Piç değil... İyi kalpli vs. Şimdi napıyordur acaba? Çok aşıktı bana. O kadar ki bunu "Kızınıza aşığım" şeklinde ANNEME bile söylemişti. 5 sene sonra benimle evlenecekti falan... Sonra da bir gün bırakıp gitti işte. Çok ağlamıştım. Sonra da hırsımdan ve hıncımdan bir başka çocukla bi nevi çıkmaya başlamıştım. O Matt gibi değildi tabii. Olamazdı da. Annem ondan nefret ediyordu. Ama bence çok da kötü değildi. Sonra... Sonra da işte Orion. Ve Orion'dan sonrası hiçlik. Koca 4 sene boyunca. Birkaç "hadi bi deneyim...hadi bi şans vereyim" dışında. Orion'la kıyaslayınca herkes yeniliyor tabi. Orion şimdi gelse, bir yabancı olur. O kadar sene geçmiş. Artık onun karşıma çıkmasını istemiyorum. O geçmişimde bir dönemi simgeleyen bir...tür... anıydı işte. Orada kalmalı. Bi keresinde bi arkadaşımın dediği gibi "Eskilerden uzak dur. Çok can yakarlar."



Ve şimdi... daha çok çalışma. Daha azimle hayallere sarılma vakti. Çarşamba günü Kimyacı'yla konuşmayı umma vakti...



C U,



B.J.



Not: Kimyacı Bey'e benzer bi resim aradım ama bulamadım. Bulunca koyacağım. Resim ararken karşıma çıkan bir yazıda okudum ki Türk erkekleri en iyi sevgili DÜNYA SIRALAMASINDA (heyt be) 9. muş. SONDAN tabi ki... En iyiler İspanya, Brezilya, İtalya, Fransa ... .... .... Gene de, her şeye rağmen, demek istiyorum ki:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder