Bu blog'ta yazılanların her hakkı yazarın kendisine aittir. Kaynak gösterilmeden ve izni olmadan hiçbir yerde yayınlanamaz.

BALODAKİ DAVETLİLER

Popüler Yayınlar

25 Eylül 2010 Cumartesi

Bilimde en çok hırsızlık yapanlar Türklermiş! + Kültigin'e n'olmuş?

Evet, bu bir araştırma sonucu. Birinci seçilmişiz hey, millet? Ama neyde; 'en hırsız' kategorisinde. Şimdi, şöyle bir şey var bilimde; yazılan makalelerde. Bir şeyi sen de, herhangi bir kişiden bağımsız olarak düşünmüş olabilirsin (ki bu gerçekte pek sık böyle olmuyor ama en masumundan düşünelim) ama  o kişi senden önce onu yayınlamışsa mutlaka ve mutlaka onu kaynak göstermen gerekir. En altta da listelersin; şu; şu yayın diye. Onun haricinde belli bir konuya ait çalışma yapıp da başkalarının makalelerinde okudukları şeyleri; gördükleri diyagramları, ben buldum, ben çizdim, diye 'aşırmacılık' yapanlar var. Ve görülen o ki; bunu en çok Türkler yapıyorlar.

Ben bunun 'daha masum' örneklerine şöyle rastladım; bir şiiri; bir şiirin bir dizesini; bir kitaptan bir cümleyi alııır, sanki kendimizinmiş gibi yazarız. Mesela benim uzaktan bir erkek kuzenim vakti zamanında bana sayfa sayfa şiirler göstermişti; ben  yazdım ben yazdım, diye; hepsi de ya orada burada, forumlarda rastlanılan ya da çeşitli şairlere ait şeylerdi.

Facebook'ta ise ben şöyle yapıyorum; baya bilinen bir şarkıysa; Pink Floyd'dan vs. bazen tırnak işaretine gerek duymuyorum. Ama öyle pek bilinmeyen, elalemin ağzına marş olmamış bir şeyse; en azından tırnak işareti koyuyorum ki 'disclaimer' yani 'sorumluluk reddetme' diyorlar buna; 'bana ait değildir' mealinde... Ama bir düşünürün sözü, bir yazarın cümlesi vs ise genellikle ait olduğu şahısla beraber yazarım.

Şimdi geldik konuya. Efendime söyleyeyim ben bir facebook iletisi yazdım; eski bir grubun o kadar bilinmeyen bir şarkısının o kadar da bilinmeyen fakat 'havalı' bir aşk sözünü. Kalbi kırık bir söz biraz. Aslında çok da hissederek yazdım. Face'imde de bir akademik çalışmadan tanıdığım; başka üni.den bir kız var; bizim oğlan "whoah! sexyy!" modunda yaklaşıyorlardı; akademik çalışmalarda bile basbaya meme dekoltesiyle gezen sabah sabah kıpkırmızı ruj süren "benim dişiyim dişi" diye bağıran bir tip. Bu hatun; benim iletiyi yazmamdan yarım saat sonra tut sen çal aynısını kendi iletin yap. Like bile etmeden yani. İnsan bi X kişisi beğendi, yapar; sonra çalar; ki genelde benim bildiğim bir dolu insan da "Çok beğendimmm, izninle çalıcam canımmm" falan yapıyorlar. (Ki doğrusu budur- öküz değilsin ya) Ben paylaştığım video'larda bile birinden görmüşsem ilk, like yapmadan paylaşmıyorum; bazen diyorum insanlar mı çok odun ben mi fazla ince düşünceliyim? Sonuçta o kişi belki çok aradı o video'yu bulmak için... Ne biliyorsun? Sonuçta senden önce o bulmuş, bir saygı göster, bir jest yap; sonra gene sen de sayfana koyarsın; arkadaşlarının duvarında yayınlatırsın. Haksız mıyım ama? :) Neyse ben bu kıza karşı zaten çok sempatik duygular içerisinde değildim; bu hareketinden sonra da iyice sinir oldum; yazdım 'onun' iletisinin altına; "Aynı şeyi mi düşündük, yoksa benden mi esinlendin?" diye (bir güzel rencide ettim oh) Ama sessiz kalamazdım. :) Cidden aşırı sinir olurum böyle şeylere. Bir de gerizekalı, tırnağı da kaldırmış. Hani ben, bu söz bana ait değil deyip; aman benim sözüm sanmasınlar başkasının yaratıcılığının eseri deyip; tırnak koyuyorum o onu da kaldırıyor. Öküz yaa.. Bakalım n'apıcak ama hiçbir halt diyemeyecek bence, ne desin zaten...Bu arada kızı da kıskanıyorum, evet. Baya baya yakışıklı bir sevgilisi var ve mıck mıck iğrenç romantik modda orda burada romantik; orada burada öpüşen, sarılan resimlerini koyuyorlar sürekli. Yahu sen zaten mutluluk içinde yüzen bi insansın zaten; ne istiyorsun benim zavallı kalbi kırık iletimden BE KADIN. Halla halla. :)

İşte ben de tepkimi koydum. Size olursa siz de koyun. Sessiz kalmayın. Susma sustukça sıra sana gelecek. If you tolerate this your children will be next falan filan. :))

10 dakika sonra gelen edit: "Kız cevap olarak senden çaldım cnm :p" Yüzsüze baaakkk! Neyse ben de bunun üzerine yumuşayıp en cool halimle "Güzel şarkıdır; keşke bir like yapsaydın" dedim. "Hahh şööle, yakalarlar böyylee..Benden kaç-maaaazzz!" demedim. (Kendini kandırabilirsin; ama beni ASLAAA! -bu laf da Küçük Sırlar'dan :P:p )

Kız gene yakışıklı sevgilisiyle mutluluk süren bir fotosu profilinde; ben ona iletimi çalmışsın naadar hödük düşüncesiz sığ iğrenç pespaye berbat bi insansın desem noooluuur demesem nolur...

Acı gerçek tokatlıyor işte böyle insanı. Hayaaat beni neden yoruyooosuuun :)

edit2: Şimdiii... Sizleri uzun zamandır Kültigo'cuğumdan mahrum bıraktım farkındayım canlarım. En son konuşmamız şu (birazdan anlatcam, sabır!) şekilde oldu, ve en son ben yani bugün ben facebook'tan o aşırı seksi fotolarına bakıp iç geçirdim. (bizde yalan yook! yaptım mı? yaptım. favorimse çene kısmıyla dudakları bi de burnunun dudaklarına yakın kısmı. olağanüstü bir mükemmellikte. abartmıyorum. :)))

Evet en son ben depresif bişi yazmıştım msn'e. ne olduğunu bile hatırlamıyom. demek ki o kadar  kaybediyom kendimi. Ama yani öyle arabesk falan değil; yabancı bir şiirden falan. Neyse nasılsa bizim Kültigo anlamış mealini. (google translate mi kullandı nedir yoksa İngilizce bilmez benim bildiğim) işte direkt dedi ki ağır abimiz; direk daldı lafa; Baby Jeans neden bu kadar duygusalsın? dedi. ("NİYE BÖYLESİN SEN?" :P)

FLASH EDİT: kız iletisini silip yerine saçma salak bi aşk lafı yazmış. (ha şöyle bebeğim özüne dön.)

Sonra işte Kültigo'yla biraz konuştuk, hayatta çok duygusallığın yerinin olmadığına/gereksiz olduğuna, çünkü hayatın buna değmeyeceğine, duygusallığın sadece yatakta sevgilinle ya da eşinle güzel olduğuna dair bir şeyler söyledi. (burada yatak kelimesine mim koydum tabii ki. Hımmmm... Niyeti kötüüü... Vay o. çocuğu....modu, bi geldi gitti ama çok üstünde durmadım :p) Ben de (allahım naadar kibarım) "Sadece aşıkken mi duygusal olunmalı peki hayatta görmezlikten gelinemeyecek bir sürü acı olay var, haksızlıklar var, savaşlar, gözyaşı var? tepkisiz mi kalınmalı?" gibi bir şey söyledim. O da işte gene, insan güçlü olmalı mesajı içeren bir şeyler...dedi... Falan filan.

Sonra bugün bir şey oldu. Ona yöneldiğimi hissettim. Bugün Orion'dan koptuğumu ve ona yöneldiğimi...hissettim. Ama en çok da Orion'dan koptuğumu.

Yani bugün gerçekten sohbet ettiğimizi hissettim. Bir şekilde; beni anladığını, beni tanıdığını, ve güzel yönlerimin farkında olduğunu...

Ve Abraham Lincoln'den bahsetti. Ki kendisi benim bazı konularda aklımda duran, yıkılmamak konusunda örnek aldığım bir insan. Yani ne bileyim, sanki biliyormuş gibi bunu...Oysa kimseye bahsetmemiştim.

Sonra facebook'tan sınıftan bir kıza mesajını gördüm "Naber, nerelerdesin kız?" tarzı. Bir kıskandım bir kıskandım.

Bana birkaç kere içinden geçenleri yazmaktan korkma dedi. Cesaret konusunda sözler. Ben de "Yanlış anlama ama kişi en çok kendinde eksik olduğunu fark ettiklerinin (ya da fark edemediklerinin) tavsiyesini verirmiş, dedim. Merak etme yanlış anlamam dedi. İçinden geçenleri yaz, insanlar kırılmazlar, falan dedi... Ne bileyim...Bir garip..bir şekilde...Ve bir de bir ara da bir zamanlar dibe vurmuş bir insan olarak bunları söylüyorum dedi. Ben de bazen ayağa kalkmak, yüzeye çıkmak için tam da dibe vurmak gerekir dedim... Bilmiyorum..Böyle derin...Hissetmemiştim...

(Lütfen yorum yazın :))

Not: Bu arada, bir de, forum tarzı bir yerden tanıdığım ve muhabbetin daha rahat döndüğü, bir kişi daha var şu an aklımda, o da Kültigin'in tersine gayet modern, bir de ateist vs vs. Tam tersi biri yani. Böyle işte İtalyanca bilir, Amerikan futboluyla ilgilidir falan filan... Ama Kültigin'de garip bir şey var, beni çeken? Nedir?

Şu an içim titredi....

Cesaret edebiliyorsan, sev beni
O kız benim işte... Gözleri kapalı.... Rayların üzerindeki.

Hoşçakal Anne, Bir Daha Görüşmeyeceğiz (SORRY MAMA)

(http://blog.paran.com/blue5191/24320503)


"Choo choo train a-trackin` down the track



Gotta travel on, ain`t never comin` back


Ooh ooh got a one way ticket to the blues"


Son günlerimin filmi olsa soundtrack'i bu olurdu... Kafamda sürekli dönen söz: one way ticket, one way ticket, one way ticket to the bluuuueeees...

Yaklaşık 10 gün öncesinde; tatil yaptığım yerin diskosunda sadece bir ama bir kere çalan fakat dans ettiğim onca şarkı arasından en keyifle dans ettiğimdi; sözlerini de aynı zamanda söyleyerek...

Hayat da böyle değil mi zaten? Hüzünlü bir şarkı sözüne hareketli bir tempo; ve dans ediyorsunuz gözlerinizde yaşlar varken. ("Dancing with tears in my eyes")

Nasıl eğleniyordum... Ta ki annem devreye girip müthiş annelik kabiliyetlerini sergileyene kadar. Ta ki sahneye o adımını atıp tüm oyunu berbat edene kadar. Nasıl başrolde hissediyordum kendimi; nasıl ışıklar altında; nasıl kendini ifade ederken; nasıl özgür; nasıl mutlu...

Boşroldeki kızı sahne arkasında ağlatan tipler vardır ya; şaşırsın yapamasın diye. Annem öyle değil. Annem basbaya sahneye çıkıp yerle bir edenlerden oyunu. Perdeleri falan indiriyor. Ateşe verebiliyor tüm salonu.

Son günlerde bir söz daha var aklıma takılan; "J'ai tué ma mere". Meali "Annemi öldürdüm". Yeni bir Fransız filmi ama film hakkında pek bir bilgim yok.

(http://www.kfilmsamerique.com/affiche_jai_tue_ma_mere.shtml)
Ne kadar masum ne kadar çaresiz değil mi? Ben de senelerce böyleydim annemin ellerinde. Bu kadar masum bu kadar çaresiz. Ama bir insan size durduk yerde tekme atıyor, durduk yerde kalbinizi kırıyor, sizi üzüyor, etrafınızdaki insanları kaybetmenize neden oluyor, kırıyor, kırıyor, kırıyorsa; onu sonsuza kadar affedemez ve ona sonsuz kadar şans veremezsiniz öyle değil mi? Ben de kendi içimde öldürdüm onu. Yok artık benim için. Yani üç beş paylaştığımız şey; üç beş fikir alışverişi, üç beş bana aldığı bluz, pantolon da olmaz olsun. Yeter artık ya. Bu ne, "Ben senin annenim", "Ben iyi anneyim" ayaklarına bir insana artık bu kadar da köle muamelesi yapılmaz. Bu kadar kukla yerine konulmaz. Bir insanın hayatına, en ufak şeylere kadar yaptıklarına, nerde durduğuna, kiminle konuştuğuna bu kadar müdahale edilip olaylar çıkarılmaz. Ondan şu an gerçekten nefret ediyorum. O benim için kurbanını acımasızca boğan psikopat bir katilden farksız. Laf anlatılamaz birisi. Defalarca söyle; canımı yakıyorsun; böyle yapma de; neden böyle yapıyorsun de; anlatmaya çalış; yaptığının bir anlamı yok de; beni korumana gerek yok de; beni koruman gereken hiçbir durum yok ortada de; de; de; de... Dediğim gibi, mantıklı bir insanla konuşmuyorsun. Ona çok söyledim. Yapma dedim; beni kaybedersin dedim. Yapmaya devam etti. Çünkü aslında beni falan sevmiyor. Dünyada doğan bebeğini çöpe atan anneler var mı? Var. Öyleyse sırf anne olduğu için, onun beni aslında çok seviyor falan olduğunu varsayamayız.

Durum şu: O, "çocuğu için saçını süpürge eden  fedakar anne" rolünü çok sevdi. Çünkü kendi hataları yüzünden bir zamanlar parlak olan kariyerinden şimdi geriye hiçbir şey kalmamışken; ve insanlarla arası yokken; arkadaşları kalmamışken; evliliği fiyaskoyla sonuçlanmakla beraber bir de üstüne kocası ölmüşken; bir zamanlar; yani gençliğinde; "Türkiye'nin en güzel asistanı"  olarak anılan, öğrencilerinin, hocalarının, bütün mahallenin aşık olduğu ve herkes ama herkesin hayranlık duyduğu güzellikte bir kız olup da; şimdi son derece şişman, bakımsız ve çirkin bir kadınken (ama gene kendi hatası yüzünden) elinde kalan ve bir de insanların takdirini toplayabileceği; hayata, kendi ego'suna, ona buna, ele güne karşı tek kozu buydu; ama şunu unuttu; bir yerde durmayı bilmezse o kozun baş kahramanını elden kaybedeceğini. Beni yani.

Kısacası annem akrabalarımızla gittiğimiz şu üç beş günlük tatilin içine sıçtı. O, nadir çok sevdiğim akrabalarımdan olan insanlarla da zaten kendi arasını piç etti; beni de çok ama çok zor bir duruma soktu.

Bu yazıyı kaç kişi okur ve ne düşünürler bilmem. Belki yadırgarsınız. Çok haklısınız; anne kutsaldır; cennet annelerin ayakları altındadır; ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar vs vs vs. Ama söz konusu kişi 'anne' de olsa; size hayatı zehir etmeye ant içmiş gibi davranıyorsa; böyle davranamazsınız. Anne kutsaldır; elini öpeyim; o beni geçen bayram günü zırıl zırıl ağlattığı gibi bu sefer de işte öyle ağlatsın; ve hala kendini haklı sansın ve ben hala sakin olayım... diyemezsiniz. Diyebilen varsa da mazoşist eğilimlerinden şüphe ederim.

Bu noktada EMINEM'i hatırlamamak mümkün değil:

Have you ever been hated, or discriminated against?



I have, I've been protested and demostrated against
 
(Hiç nefret edildiniz mi ya da ayrımcılığa uğradınız mı?
Ben uğradım, protesto edildim ve aleyhime gösteriler yapıldı)
 
diyen Eminem'i ilkgençlik dönemlerimde de dinlerdim ve aşıktım ona işte. (Bkz: Orion. Orion'ın sesinin Eminem'e benzemesi ve Eminem'in şarkılarını esprili bir dille söylemesi vs.)
 
See what hurts me the most, is you wont admit you was wrong



Bitch, do your song, keep telling yourself that you was a mum


But how dare you try to take what you didn't help me to get


You selfish bitch, I hope you fucking burn in hell for this shit!


Remember when Ronnie died and you said you wished it was me?


Well guess what, I am dead, dead to you as can be
 
(Canımı en çok acıtansa; hatalı olduğunu itiraf etmiyor olman
K*****! Şarkını yap, kendine bir anne olduğunu söyleyip dur
Ama nasıl almaya çalışırsın benden ulaşmama yardım etmediğin şeyi
Seni bencil o******, umarım cehennemde yanarsın bütün bu rezaletten dolayı
Ronnie öldüğünde, hatırlıyor musun, keşke sen ölseydin, dedin
E, tahmin et bakalım, ölüyüm zaten ben, ölüyüm senin için)
 
 
Ve işte böyle... Ayrıntılara pek girmeyeceğim... Ama anne devri de burada bitiyor benim için. Blues'a bir bilet lütfen diyorum; çünkü hayatta daha da yalnız olduğumu anladım; anneannem de olmasa yapayalnız hissedebilirdim kendimi. En çok o destek çıktı tüm zor zamanlarımda. Dedem öldüğünde, üzüldüm evet, herhangi tanıdığım ve bir şekilde sevdiğim biri ölmüşçesine üzüldüm. Çok da sevmezdim, o ayrı. Aksi bir adamdı çünkü, hastalığından da önce. Keyfini çok düşünürdü ve insan kırmaktan da kaçınmazdı. Beni kırmaktan, en azından. Bütün azarlarını bana yöneltirdi, çünkü gücü bana yeterdi. En sevdiceği biriciği ise annemdi. Sevgili kızı. Onu işte çok severdi. Anneanneme gelince; onun bana destekleri sonsuz. O annem gibi bir yandan desteklerken 10 misli yıkmadı, beni incitmedi, beni anlamaya çalıştı, beni güçsüzleştirmektense bana güç verdi; ilk başta kendi güçlü biri olarak karşımda. İnsanlarla ilişkileri olsun; ilerlemiş yaşına rağmen genç gösteren o tatlı yüzü ve en önemlisi güler yüzü olsun; bir anneanneye göre modern yaklaşımları, esprileri, çalışkanlığı ve sorunlar karşısındaki soğukkanlılığı ve baş etme yeteneği olsun, hep hayranlık duyduğum bir insandır. İşte o öldüğünde; çok ama çok üzüleceğim biliyorum. İnşallah gecinden olur.
 
Yalnız olduğumu anladım derken; ta küçüklükten hissetmişim gibi; küçükken de en sevdiğim çizgi film Yalnız Kovboy Red Kit'ti.. Nasıl sürerdi atını gün batımına doğru... Hüzünlü ama bir o kadar da güçlü, tıpki üzerinde at koştuğu dağdaki bir kaya gibi. (O çizgi filmi biricik babam da çok severdi.)
 


Ben zavallı bir kovboyum; yalnız...Ve evden çok uzakta...


Ama Einstein ne demiş? Zorlukların göbeğinde fırsatlar yatar, demiş. Annemin sırf kendi kafasında kurdukları yüzünden, sırf ama sırf, olay çıkardığı günün ertesi tek başıma iskelenin oraya gidip, denize yakın bir şezlong bulup, akrabalarımı, kırdığı ve ilişkileri piç ettiği insanlar listesine bir yenisi olarak eklenen onları; daha sonra olacakları; gecemin günümün tatilimin; bir kez daha, annem yüzünden nasıl mahvolduğunu düşünmemeye çalışarak, çıkardım kağıdı kalemi, Harvard doktora programı için 'statement of purpose' (niyet mektubu) yazdım. Şu an taslak halinde; ama hep erteliyordum bunu. Ya da kendimden bile bazen sakladığım; ve çoğu kişinin bilmediği bazı zorlukları, tabi ki duygu sömürüsü yapmadan, ama dürüstçe kağıda dökmekten korkuyordum. Şöyle demişti hoca; eğer sizin kişiliğinizde etkisini olduğunu düşünüyorsanız; yazın; ne kadar kişisel olursa olsun; çekinmeyin...  
Yani, uzun lafın kısası, hayatta tanıdığım en mükemmel insan; en film kahramanı; en dünyayı kurtaran adam; en hüzünlü savaşçı; en sohbet ettiğim düşünür; bilge; en iyi oyun arkadaşım, birlikte korku filmi izlediğim insanlar arasındaki favorim; esprilerini en çok sevdiğim; gülüşüne en çok hasret kaldığım; fikirlerine en çok güvendiğim; zekasına en çok hayran olduğum; bana hayattaki bırakmaman gereken değerleri; bana hayatta değer vermen gereken şeyleri bir bir öğreten; sevgiden; şiirlerden; ülken adına savaşmaktan; alçakgönüllülükten; insanları anlamaya çalışmaktan; kimseyi küçümsememekten; asla yılmamaktan; düştüğün zaman ayağa kalkmaktan; inanmaktan... ve öldüğü gece ise ölümden; korkulacak bir şey olmadığından bahseden
 
babam
 
yok artık.
 
(uzun zamandır yok)
 
ve anneme, anne benim babam yok zaten ve bir anneye ihtiyacım var; dedikçe, o da yavaş yavaş eksildi.
 
alçaldı.
 
Babamın sözlerini bile, ve zaaflarımı bana karşı kullandı.
 
Sen hastayken ben seni çektim, ben sana baktım, dedi.
 
Ben de ona diyorum ki; hoşçakal anne, bir daha görüşmeyeceğiz.
 
Umarım hayattaki hatalarını fark eder, ve toparlar; ve en önemlisi mutlu olmayı öğrenebilirsin. Çünkü her şeye rağmen bunu isterim.
 
Ama hayattaki hatalarının sorumlusu ben değilim.
 
Ve eğer ben hastayken bana baktığının bedelini ödememi istiyorsan; ben inanıyorum ki babamın ölümünden bu yana geçen seneler boyunca fazlasıyla ödedim. Artık 'yokum'. Artık sana, baskılarına, haksız suçlamalarına ve hakaretlerine, hayatı zehir etmene, sürekli rahatsız edici yorumlarına vs vs. (artık uzatmak istemiyorum); sana boyun eğmeyeceğim.
 
Annem dün, yaptıklarını yine, bir kez daha anlamadan, yine, bir daha kendini haklı sanarak, yine bir kez daha bir değil birkaç  kırık kalp bırakarak arkasında, ve son gece ise ağlayarak Isadora'ya geri döndü. Ona mutluluklar. Umarım gerçekten mutlu olabileceği bir hayat kurabilir.

10 Eylül 2010 Cuma

Baby Jeans Nasıl Delirdi?

Bugün dedemin cenazesini kaldırdık. En çok onun tabutunun da dua edilecek yerin önüne getirdiklerinde ve toprağa gömerken ağladım. Dedem dedim, daha dün evimizdeydi, oturuyordu, nefes alıyordu, şimdi ise o kutucukta...Yapayalnız...Ve sonra da toprağın altında.



Sonra tabi ki ev kalabalık, bir sürü akrabalar... Hoca geldi, dua okundu... Sonra akşamüzerine doğru inanılmaz bir baş ağrısı bende; uzanmıştım; uyumuşum... Kaldırabilene aşk  olsun. Pek çok akrabamla da vedalaşamadım, ona üzüldüm. Sonra bir ses: "Baby Jeaaans, kalk kızım, kalk bak kimler geldi... Ay, anca Orion kaldırabilir onu, Orion gel oğlum." Orion da annemin kuzeninin oğlu. 9 yaşında falan. Ama nasıl tatlı, nasıl tatlı anlatamam; ilk gördüğüm andan itibaren tapmıştım. Aradan biraz zaman geçti tabi... Bir gördüm karşımda, tüm şirinliği tüm tatlılığıyla... Bir oğlan çocuğu o kocaman ela gözleri ve sarı saçları ve ılımlı, sakin tavrıyla bu kadar mı sempatik olabilir? Allah'ım bana da böyle bir oğlan  nasip etsin. Ve Orion'la da adaş olması, onu daha da kıymetli kılıyor tabi gözümde.

Orion...Orion...Orion... Ne olurdu şu bayram günü yanımda olaydın? Elimden tutaydın...

Orion'a sarılabilmeyi çok ama çok isterdim. Özellikle üzüntülü zamanlarımda hep Orion'ı hatırlarım. Ve bir zamanlar onun yaralı yanlarıma nasıl sevgi dolu yaklaştığını... O mükemmel erkekti işte. Ben göremedim. Ben bilemedim...

Aynı şeyleri sürekli tekrar ettiğimin farkındayım. Şimdi kendimi parçalasam da erişemeyeceğim, uzanamayacağım, dokunamayacağım insanlar var; özel insanlar...

Bir de Orion var. Ama ona da dokunamıyorum.

Orion poz kesiyor. Alain Delon'um benim nasıl da kasılıyoo

Orion beni arabasıyla almaya gelmiş Mutluluk Şehri'ne gidiyoruz.

Orion yeni cicilerini giymiş (bayramlıklarını :p)


Bazen telepati diye bir şeyin olduğunu düşünüyorum; bazen evrenin bizi duyduğunu; bazen dileklerimizin kabul olduğunu...

Orion seni son bir kez göreyim;

Ellerini tutsam Orion senin
Ölsem eksiksiz ölürdüm...

Bu arada tam da şu anda Orion'ın bayram dolayısıyla Almeida'da olabileceğini anımsadım. Aynı göğün altında nefes alıyoruz; ve şimdi aynı şehirdeyiz ha; belki 5 dakika arayla aynı caddelerden geçiyoruz... Belki dedemi gömerken ben, ağlarken, sen de o mezarlıktaydın; babanı ziyarete gelmiştin belki; belki trafik sıkışıklığında 3 araba ötedeki araba seninkiydi; belki önünden geçtim ama görmedin beni...

"Olamaz mı? Olabilir..."

Orion diye diye çıldıracağım. Siz şahitsiniz!


Not: 1. Bu sıralar "Ben evlenmek istemiyorum. Yok benim öyle bir hayalim" demenin havalı bir şey olduğunu biliyorum; kesinlikle cool bir duruş; fakat bugün daha da iyi anladım ki benim en büyük hayalim mutlu bir aileye sahip olmak. Annemin bazı o tabloyu çizen ve nur topu gibi yakışıklı oğlan çocuklarına sahip akrabalarına çok ama çok imreniyorum. Benim de bir gün olacak mı? diyorum, sonra az ihtimal veriyorum. Orion, bu hayale yaklaştığım tek kişiydi. Bu hayalin mümkünlüğünü hissettiren; ve bu hayali kurabileceğim. Kimbilir nasıl mükemmel bir baba olurdu.. Gene olur. Ama benim çocuğumun değil. :(

2. Orion'a olan takıntılı tutkum bazen çok korkutuyor beni. Sırf bu yüzden evde kalabileceğimi düşünüyorum. Ama bir yandan da Orion'dan vazgeçmek istemiyorum. Bu ne kadar böyle sürecek bilmiyorum.

3. I want you so badly, it's my only wish... (Black Eyed Peas, Meet Me Halfway) Kendimi bu şarkının klibindeki Fergie'nin yerine koyuyorum, yalnız başına, bir peri gibi, ormanlık bir yerde, bir ağaç kütüğünün üzerine uzanmış, yıldızlardan haber beklerken... Ve sevdiği başka bir gezegende...

Bundan daha öteye GİDEMEM...

8 Eylül 2010 Çarşamba

Cico'nun Baklavası

En son bu kadar baklava yediğimde 13 yaşındaydım. Normalde pek sık görmediğim kuzenlerimden biri ve başka üç, beş kişi daha mutfaktaydı; bir kalabalık. "Şu abidik gubidiklerden bir tane daha yiyecem" demiştim; S. ise "O abidik gubidiklerden çok yersen 'abuduk gubuduk' olursun" demişti... Babamın ölümünden bir ya da iki gün sonrası. Deli gibi günlük yazmış ve saçma sapan şeylerle kendimi neşelendirmeye, avutmaya çalışmıştım. S. benim defterimi komik birkaç hayali çizgi film karakteri gibi şeyler çizmişti; komik suratlı muzlar, şapşal ayıcıklar...

Babam öldüğünde beni ameliyatla ortadan ikiye ayırdılar. Ve bir kolumu söktüler; çok acıdı. Derken bir de bacağımı söktüler yerinden. Sonra bir de göğüs kafesimi açtılar ve kalbimin büyük bir kısmını aldılar. Önceleri bu hiç olmamış gibi davranmaya çalıştım; hala eskisi gibiymişim gibi; hala eskisi gibiymişiz gibi; uzun bir iş seyahatine gitmiş  geri dönecekmiş gibi; ya da aslında devlete çalışan çok gizli bir ajanmış da şimdilik saklanması gerekiyormuş; ama sonra yeniden görebilecekmişim gibi...

Ama hayattaki 'en sevgili' kişiyi alıp götürürse bir gün 'ölüm meleği' ne yapabilirsin ki? Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü kör oldum. *

Dün değil önceki gün, annemin babası öldü. Çok çok zayıflamıştı zaten; çok çok yaşlanmıştı. Alzheimer'dı ve son bir haftadır da yemek bile yiyemiyordu; zaten tıpkı bir bebek gibi anneannem yedirmeye çalışmasına rağmen. İyice kabuğuna çekilmişti. En son konuşmamız bedenini bırakıp gitmeden bir gün önce şöyle oldu; "Cico, nasılsın? İyi misin? Bir şey ister misin? Su ister misin Cico?" "Yok..." Sesi bile çok çok az çıkıyordu; neredeyse mırıltıyla. Aslında onun acılarının dindiğini düşünüyorum. Cico şu an Alzheimer olmadığı ve tüm güzel hatıraları hatırlayabildiği, bu dünyadan çok daha güzel ve kötülüklerden arınmış bir yerde... Huzur içinde... Cico, babamın yanında. (Ki babam annemin ailesiyle anlaşamamasına rağmen Cico'yu, yani dedemi özellikle her zaman çok severdi.) Cico için üzüldüm; ağladım tabii... Ama babam için üzüldüğüm gibi değil. Babam için sonsuz gözyaşı döktüm ve hala gözlerimin önüne gelince gözleri, içim burkulur, ağlamaklı olurum. Çünkü benim kalbimdi... Hep yaralı yanım, kırık kanadım, Aşil topuğum, özüm, tüm bildiklerim, hayatta öğrendiğim ne varsa, ve özlemim, her şeyimdi... Koskoca babam. Bir gece uyudu,  sonra bir daha uyanmayıverdi...

(Orion'a düşkünlüğüm belki de çok tuhaf bir şekilde babamı hatırlattığı için...)

Onun beni izlediğini, ve sevinçlerimi ve başarılarımı gördüğünü ve bir gün ben de ruhumu teslim ettiğimde ona yeniden kavuşabileceğimi biliyorum. Her şey bu hayatın bitimiyle son buluyor olamaz; belki de yeni başlıyor olacak...

Cico, seni tabi ki hiçbir zaman unutmayacağım. Şefkatli gözlerini, yerinde esprilerini, sabırlı ve çok dinler hallerini, bilge sözlerini, yüzünü, Ağlayarak "Dede benim babam öldü" dediğimde, bana sarılışını...

Babamı görürsen lütfen ona çok iyi olduğumu söyle, başarılarımı, ona layık olmaya çalıştığımı, güçlü olduğumu söyle...

Bir de onu hala çok özlediğimi...

Nur içinde yat Cico.

Kalbimde olacaksın.

*Sizin Hiç Babanız Öldü mü? -Cemal Süreya

4 Eylül 2010 Cumartesi

Bana Böyle Sarılma Bana Böyle Dokunma Beni Bir Daha İncitme....Aynı Hatayı Yapmama İzin Verme

Bir Blues Bar'daydık bugün; ben; bir  arkadaşım ve yeni yeni tanıştığım bir başka aradaş. Arkadaşımın adı Eleni; onun arkaşı ise D. Rock n Roll'la dans ettik; daha çok Eleni ve ben -çünkü D. hastaydı biraz- ve inanılmaz eğlendim. Sonra dışarıda biri çarptı gözüme. Ağzı burnu düzgün bi çocuk. Gömlek giymiş -ama nasıl yakışmış. -Zaten bir erkeğe en çok yakışan şey gömlektir. Ben içeride bar sandalyelerinden birinde -ama barda değil; uzunca bir masada- camın da hemen yanında oturuyordum. Bir kez bile benim tarafıma bakmadı. -Ya da baktı ama ben görmedim. D'ye falan benim şu Kültigin'den bahsettim. Tanışırlarsa hakkında da ne söyleyeceklerini merak ediyorum doğrusu. Ama bu kızlar hep ultra modern tipler (yani ben modernim ama bunlar benden de modern o da eşittir ultra modern:p); şimdiden garipsemeye başladılar; geyiğini çeviriyoruz.


Bu tarz bi mekan.. Loş, mükemmel dekorasyonlu, süper bi yer

Sonra D.'le bakkala kadar gidip sigara aldık. Bir de çakmak; ben çakmağın rengi olarak gece mavisini seçmiştim ama o beğenmedi; nasıl kızsın sen falan dedi. Sonra sigara paketini rezil bir şekilde açtım. Yani farkında değildim;sonra açtığımda bir baktım bu nasıl açılıyordu yaaa, bunun bi düzgün açılma şekli olmuş olması lazım dedim..................dememe kalmadı D. haha huhu sen karizmatik olmaktan vazgeç böyle şirin kal bence, falan yaptı. (Yarım saatten beridir; yaaa pıfff Kültigin'in karizma karizma fotoları oluyo msn'de ama benim yoook ben de kuul foto çekincem yapıyordum) Sonra Kültigin'e bi yeşil ışık yakmam gerektiğine karar verdik; ve Kültigin'in bir önceki muhabbetinin biraz 'bahane' olduğuna; konuşma bahanesi. "Senin o hocanın adı neydi?" Neyse ne, sana ne yani, di'mi? Sonraaa Kültigin'e biraz daha cesaret verecek hafif flörtvari yazmam gerektiğini düşündük. Sonra Eleni benim ona önceki gün "Haydi senle Kültigin'i baştan çıkaralııım mııı?" ve "Hadi Kültigin'i tavlayalım!" dememi hatırlayıp kih  kih kih tavlayaLIM mı dedi ya vehehehe oldu :)) Sonraaa D. 'den altın öğütler geldi: Bak biraz flörtvari yaz ama dozunu hafif tut; Anadolu erkeği sonuçta, seni şey sanmasın; yani bak ne yap biliyor musun "Ay ben yemek yaptım, sen de ister misiiin?" falan yap, yani en fazla o dozda olsun. :P:p "Kek yaptım desem?" "Eee, şöyle diyim, merhaba, naber, ben de dışarıdan geldim, sonra kek yaptım, İSTER MİSİN?" :D :D Fon müziği: Sana kek yaptııım... -Nil Karaibrahimgil. Sonnaaaaa.... Şöyle bir şey oldu; Eleni, ama olmaz ki nereye kadar kendini olmadığı biri gibi de göstermesin dedi, Kız da n'olcaktı ben bakireyim demeyecek sonuçta, dedi. Ben de o an "Eee, aslında ben gerçekten bakireyim..." diyemedim, bir garip hissettim.



Bu t-shirt de diyo ki:
"Ben bakireyim Ama bu eski bi t-shirt."
(Bir Britney klasiği...)
Ve... Tüm  bunları yazarken Kültigin msn'de offline oldu. Geriye o manidar manidar, o yeşil yeşil gözleri, o derin derin baktığı fotosu ve tıklayıp da hiçbir şey yazmadığım pencere kaldı. Yoksa ona diyecektim ki... "Kültigin, referandum'da nerede oy vereceksin?" :))

Ben artık şirin olmaktan da bıktım biliyor musun. Lanet olsun şirinliğime diyorum. Şimdi sen bilmezsin; Orion'ı unutamama günlerime ben bir asistanı sokuşturmuştum. Çocuğa baya baya platonik takılıyorum ve şirin şirin mesaj yazmalar; ne bileyim telefonda sesim bile değişiyormuş ona karşı. Sonra n'oldu? Bir ara aynı projede çalıştık ve o zaman kız arkadaşından ayrıydı ve bana umut verdi. Ve sonra "You go back to her... And I go back to black..." (Sen, o kıza geri dönersin; ben de karanlığa...) -Back to Black, Amy Winehouse. İşte o yüzden, bir daha hiç ama hiç şirin olmak istemiyorum. Mümkünse ben kar olayım, ben buz olayım, fırtına olayım.....Ama şirin olmayayım. (Erkekler şirin kızların kıymetini BİLMİYORLAR! Onlar, onlara eziyet eden, pek fazla gülümsemeyen, biraz suratını asan katil tipli kızları seviyorlar. Evet. Erkeklere dair çıkardığım sonuç budur. :p)

Bir ara da barda otururken Orion geldi aklıma. Onunla ne kadar muhteşem anlaştığım; her konuda konuşabildiğim, sohbetin nasıl da akıp gittiği geldi. Üzüldüm. Ölmüş birinin arkasından nasıl üzülürse biri; ben de Orion'la olan arkadaşlığımız için üzüldüm. Ama elimden bir şey gelmezdi... Seni istemeyen birini ne kadar seni hala sevmeye zorlayabilirsin ki? Yapabileceğim, kalan son şey belki de, dayayıp alnına silahı şöyle demek olur; "SEV BENİ."


Blöf yapmıyorum!

Orion... Arada bir geliyorsam aklına -sadece arada bir ya? Ayda bir olur, 3 ayda bir, yılda bir... Of... Orion, ulaş bana? Facebook'tan ekle, bir şey yap. Ama yapmayacaksın biliyorum. Belki de böylesi daha iyi. Belki Tanrı seninle sınadı beni. Belki aşk acısı çekeyim istedi. Belki olgunlaşacaktım...Belkibelkibelki.. Sen benim unutamadığım aşkımsın işte. Phantom'ım da sensin; Operam da. Çok yaşlandığımda, sallanan sandalyemde örgü örerken bile camdan dışarı bakacağım ve yağmur damlaları penceremi ıslatırken kurumuş dudaklarımdan gene senin ismin dökülecek, ve kimbilir belki seni torunlarıma belki bakıcı kıza, belki herhangi birine anlatacağım.

Orion, benim hiç daha önce bir Orion'ım olmamıştı; beni böyle sevecek, bana sahip çıkacak, beni umursayacak, benim için bu kadar romantik olmaya çalışacak, bana kendimi bu kadar değerli hissettirecek, bu kadar birlikte eğlenebileceğim ve en hüzünlü şiirlerimi paylaşabileceğim..

Sen benim çocukluk kahramanımsın. Nasıl unuturum seni Orion söyle nasıl...

(Bu arada hiç içki içmedim. -genelde içmem zaten- Sadece iki bardak diet kola ve bir sigara. En son üniv.ye başlamadan içmiştim sigarayı; 4 sene önce yani. 4 sene sonra ilk kez canım istedi...)



işte biraz bu penelope'variyim herhalde.
 Bu şehirde bir yerlerde; Orion kadar sevecek, bir başka adam daha var. Ve şu an benim nerede olduğumu merak ediyor...

Kültigin ise...... Mmmf... Bilemiyorum.

Geçen yıl Almeida'da gene bir rock bar tarzı bir yere gitmiştim bir yakın arkadaş ve onun arkadaşlarıyla. Bir konserdi ama çok sarmamıştı beni. Sonra da eğlenceli ve bilindik şarkıları çalmışlardı ve bir çift çıkıp rock n roll yapmıştı. O kadar imrenmiştim ki onlara. Çünkü deli gibi eğleniyorlardı beraber ve belli ki çok iyi anlaşıyorlardı. Sonra o arkadaşım işte (Im Juli'yi beraber izlediğim; şu an başka bir ülkede olan arkadaşım) başını omzuma koymuştu; ben de tam o sırada böyle bir sevgili dilemiştim...Bana. (İşte Orion lanet olsun ki öyle biriydi. Ama yok artık. Öldü.)

Not: Başlık Moby'nin Mistake şarkısından geliyor.  Şimdi de o şarkıyı dinleyeceğim. Yarın sabah kalkıp kursa gidecek olmam ne büyük talihsizlik.. Yoksa bütün gece Amerikan şairlerinden şiirler okuyup, şarkılar dinleyerek hüznümü süsleyebilirdim.

Not2: Almeida'nın tadını çıkarmak ve kendimden biraz (5,6 yaş) büyük kızlarla takılmak da güzel...

Not3: Dediğim gibi, artık şirin olmıycam. Hiç de bir şey yapmıycam. Merak etsin de o (Kültigin) arasın beni. Sorsun iyi miyim değil miyim. Ne biliyor belki iyi değilim bu gece. "Anlamadan... Dinlemeden... Nereye Böööyle?" (Nazan Öncel)

2 Eylül 2010 Perşembe

Bacılar Toplanın Kültigin'den Haber Var!

Veee... Kültigin (nam-ı diğer Jude) sessizliğini bozdu. (Ben de bayram ettim.) Ben aslında onu kafamdan silme sürecinde baya bir ilerleme kaydetmiştim. İşlem tamamlanmak üzereydi ki... Geldi ve şaaak diye İPTAL tuşuna bastı.

Beyefendi şimdi başka şehirde böyle işe falan da girdi, mühim işler de yapıyor ya; araştırma verilerini giriyorlarmış. Ben de kuul davranmam gerektiğinin bilincinde olarak "kolay gelsin :)" dedim. Aslında o an onunla konuşmak ve paylaşmak için binlerce şey geçti içimden. Ama demedim. Kuul takılacaksın kardeş. Sevdiğini belli etmeyeceksin. Soğuk olacaksın. Gidersen git diyeceksin. "N'olur gitme...ufak tefes şeylere kızıp GİTME..." demeyeceksin; ben Orion'cıkımda denedim; olmuyor. İşlemiyor. Ters etki yaratıyor.

Sonra Kültigin alakasız bir şey sordu. Daha doğrusu X üni.sinden birisi varmış yanında (X üni.si benim şimdiki üni'm oluyor) işte benim hocamın ismi neymiş... Söyledim. Öyle bi ufak konuşma geçti. Sonra ben de bir şey söylemedim. O da söylemedi.

Sonra da gitti...

Oyh...Kültigin...

Ne Kültigin'mişsin!...


Kültigin havaları

Ama bu çocuk hep böyle yapıyor. Ne zamanki onu unutmanın eşiğine geliyorum; tamam, diyorum, çocuk vazgeçti benden, hadi geçmişler ola Baby Jeans, bunu da kaçırdın elinden, veeee...pat! Kültigin tekrar başını uzatıveriyor saklandığı yerden.

Aslında, eğer taktik icabı yapıyorsa, tebrik ediyorum. Ve de diyorum  ki bu çocuk elinde tutar beni. Çünkü ben öyle vıcık vıcık ay çok özledim hayatım ay beybi beybim olayından biraz sıkılıyorum. Orion'da da böyle olmuştu. Yani ilk başta hayranlık duyduğum o kuul adam birdenbire benim için ölüp biten bir tipe dönüşünce... benim de .ötüm kalktı herhalde.

Kültigin'den gene de umudu kesmeye karar verdim. Şu an. Şu dakika verdim bu kararı. Neden? Çünkü o gerizekalı Kültigin beni elinde tutmak isteseydi eğer biraz daha ilgi gösterirdi, aklım başkalarına kaymasın diye, başkaları beni kapmasın diye. Tamam anlıyorum işi yoğun falan filan ama. Bu ne yaa.. Hayır hayır Kültigin beni seee-miiii-yoo! (damn it! :( )

Yalnız tam da msn'ime "You have come here/in pursuit of that wish/which till now/has been silent/silent..." yazmıştım ve birden bire Kültigin çıkınca, onun o Jude Law suratını ekranımda görünce, o yeşil gözlerin sahibinin bana mesaj yazdığını böyle bir tuhaf oldum...

"It's like a dream come true..."

Kültigin maçomsu kıromsu bi tip olmasaymış aslında tam süper olurmuş.

N'apsak ya?

Sevgilisizlik de artık tak etti canıma. Bundan böyle kimseye bi kusur bi bahane bulmıcam, ilk önüme gelenle sevgili olcam derken yakaladım kendimi geçenlerde.

Sonra da c'mooon Baby Jeans, dedim kendime.

Bende her şeyde bi olmuşken en iyisi olsun takıntısı var. Ondan sonra böyle yalnız kalıyom. Yaş da kemale erdi; yakında 22 olacak. Eşşşek kadar kız olmuşum kezban gibi hissediyorum kendimi.

Kültigin; sana bir şey diyim mi? (Çok dürüstçe söylüyorum...)

DELİ GİBİ YAKIŞIKLI OLMASAN

SURATINA BAKMAZDIM!

(the ugly truth)

1 Eylül 2010 Çarşamba

Kız Prens Kılıklı Adamı Seçti Bense Operadaki Hayalete Vuruldum

"Biliyor musun, çocukken bile hep yanlış kadını seçtim. Benim sorunum bu olmalı. Annem Pamuk Prenses'i izlemeye götürdüğünde herkes Pamuk Prenses'e aşık oldu. Bense Kötü Kalpli Kraliçe'ye vuruldum."*


Phantom of the Opera sonunu beğenmediğim ama kendini çok beğendiğim filmler arasında yerini aldı!

Annemle konuşuyorum telefonda; anne dedim şimdi Phantom of the Opera'yı izliyorum. "E biz onu izlemiştik ya! Sonunu söyliyim mi? Eheh!" diyor. (E, söyleME istersen???:)) Kimbilir ne zaman izledik...

KIZ PHANTOM'I SEÇMELİYDİ!!!....

Of! O salak, sıkıcı, prens kılıklı üstelik de uzun saçlı herifle çekti gitti yaa... İnanamıyorum sana küçük soprano, beni hayal kırıklığına uğrattın!



Filmin bazı sahnelerini büyülenmiş gibi izledim... Özellikle kayığıyla, operanın aşağısındaki zindanın su dolu kısımlarında şarkılar söyleyerek kızı, kendi 'karanlık' dünyasına götürdüğü sahne...



Sonra kuğu biçiminde bir yatak vardı -gene ayrıntıya vuruldum- ama muhteşemdi! Ve tüllerle kapanıyordu etrafı -ki ben öyle tüllü müllü şeylere bayılırım- İleride çok zengin olursam kendime kuğu biçiminde bi yatak yaptırıcam. Olamazsam da şu her bir mobilya mağazasında satılan araba biçimli çocuk yataklarından alıp içine sığmaya çalışıcam. :p Her önlerinden geçtiğimde çok hoşuma gidiyor ya.. :)


Ta daa! İşte yukarıda bir kuğu-yatak. Ama filmdeki kızın yattığı çoook daha görkemliydi tabi ki.

Diğer favori sahnelerim:

-Kızın prens kılıklı asil sevgilisi, SEVGİLİ PHANTOM'a tuzak kurmuş, pusuda beklerken kız sahnededir ve birden birden birden rüzgar gibi, sahneye Phantom iner ve sanki oyunculardan birisiymiş gibi kızla karşılıklı opera söylemeye başlar. Orada şöyle der:

You have come here



in pursuit of


your deepest urge,


in pursuit of


that wish,


which till now


has been silent,


silent . . .



* * *

Buraya

en derin arzunun

peşinden geldin,

peşinden geldin

o isteğin,

ki o, şu ana kadar

suskundu,

suskun... 

Çok mükemmel çevirememiş olabilirim, ve İngilizcesi çok daha etkileyici geliyor kulağa, hele ki Phantom'ın ağzından dökülüyorsa... Ki benim Gerard Butler hayranlığım da tüm bunlarla birleşince, film mükemmel-mükemmel-mükemmeldi benim için!

Bu sahnede ise, Phantom'ın rüzgar gibi sahneye indiği ve sopranonun yalnızlığına dokunduğu, şarkı söylediği bu sahnede, kaybedilen bir şeyin, rüzgarın alıp götürdüğü ya da kumsaldaki kumdan kaleler gibi, rüzgarın bozduğu bir şeyin, sanki gene rüzgarla geri gelmesi gibi... bir...his...

"Gittiğin yağmurla gel! Küskünüm yağmurlara!..." gibi...

-Diğer favori sahnem ise kızın babasının mezarına gidip, babasıyla konuştuğu ve o anda Phantom'ın sesini duyduğu sahne. Beyaz... Mezarlık... Kar da vardı sanırım; ya da hatırlamıyorum belki de kar yoktu, belki de kar "benim sahnemde" vardı; benim babamın mezarına gittiğim sahnemde... Kar yağıyordu, evet. Sonra işte kız, onun sesini duydu: "Ben senin Müzik Meleğinim" dediği sesini... ("I'm your Angel of Music") Çünkü babası, bir angel'ın bir 'angel of music'in kızı bulacağına söz vermiş. "Cennete gittiğimde onu sana göndereceğim" demiş...

Sonra prens kılıklı ordan bi yerden pat diye atlayıp "O senin baban değil" "Kanma ona" gibi şeyler söylüyordu...

-Sonra siyah beyaz olarak yıllaaar geçmiş; ve Cristine'in mezarını gösteriyordu; bizim küçük sopranonun yani. :)) Ve orada bırakılmış bir gül; Phantom'ın daha önceden kıza verdiği/vermek istediği ama o zaman yere düşen. (Çünkü kız Prens kılıklıyı seçmişti!...)


İşte bu gül...

Benim Phantom'ım da Orion işte. (Ne yazık ki) Şimdi, lafın dönüp dolaşıp Orion'a geleceğini biliyordunuz (Eğer okuyan herhangi biri varsa?:)) Çünkü sizi uyarmıştıııım!  :))

Orion'la Gerard Butler arasındaki fiziksel benzerlikten daha önce bahsetmiştim. Ama Phantom'la da Orion arasında bazı benzerlikler var. Örneğin kız Phantom'a doğru çekilse de, ruhunun bir yanından, kalbinin bir yanından, sürekli, biz, yani küçük, zayıf insanoğlu, yerçekimi karşısında nasıl çaresizsek, ona karşı da öyle, çaresizmiş gibi, başka yolu yokmuş gibi... Onu seçmedi. Ben nasıl Orion'ı seçmediysem, zamanında. (20 sene evvel. :p yok değil. 4.5 falan. :)) Çünkü bir yandan da zararlıydı o. Doğru değildi... Nasıl açıklanırdı ki, bilemiyorum... Ayrıca Phantom nasıl maskesini çıkardığında yüzünde yara varsa, Orion'ın da fiziksel bir kusuru var. Ya da, yani tam olarak değil ama bacakları çarpık. Ve bana batmıştı o zaman. Ne bileyim. (Estetik kaygılar...) Sonra, teee kaç zaman sonra, bir bilimsel araştırma için yabancı bi grupla gittiğimiz bir yerde, yani aslında kafamda falan hiç yokken, onu düşünmüyorken ve uzun zamandır hiç düşünmemişken, kaldığımız otelde çok garip hissettim... Onun bir zamanlar bana hissettirdiği gibi. Garip bir şekilde huzurlu, tamamlanmış, eksiksiz... 'sevilen'... gibi. Sonra onu rüyamda gördüm. Telefonla konuşuyorduk ve aklımda bunun da bacakları çarpık gene beğenmeyeceğim ben bunu, diye geçiriyordum :p Ne garip tesadüftür ki dünyanın ta öbür ucundan gelmiş oda arkadaşım da o gece eski erkek arkadaşını görmüş rüyasında. Büyülü bir yerdi orası!!! :) Daha sonra başka rüyalar da gördüm... Örneğin, bir tanesinde o bana geri dönüyordu. Bana msn'den bir sürü yeni resimlerini yolluyordu. (Msn'imde falan değil bu arada) Yani işte geri dönüyordu! Ama onunla sex yapmam gerekiyormuş. (Anlaşıldı bu blog'a yetişkin içerik uyarısı koyma zamanı geldi) Niyeyse bi de bu Orion o zaman böyle bi... komik geliyor kulağa ama 'azgın boğa' gibi gözükmüştü gözüme. Böyle bi 'ürkünç' gelmişti... O zaman yaş 17. Neredeyse 22 olacağım şimdi. Orion, orion diye de yaşlanıyoruz anasını satayım. :) (Arka plan müziği: Ben sen, sen diye BİTTİM, oğ-lum, hadi yerime koy birini koyabilirsen...)

Yerine birini koymak demişken:

ŞOK ŞOK ŞOK! ŞOK GELİŞMELER!

Orion facebook'una tammm bi Bilkent kaşarı kılıklı, sosyete özentisi, kıç hizası etekler giyip, kıçını başını açıp pozlar veren ve kendini de bi halt zanneden salak kızın tekini eklemiş. ÇOK GÜZEL! (Alkışlıyoruz) Sonunda layığını bulmuşsun, bebeğim. Var ya, Orion, umarım o alır senin o TAŞ kalbini, ve ÇATIR ÇATIR kırarrr, sonra da fırrrlatıp atar (bi paçavra gibi. :p:P) (Ve değerimi anlarsın... Bir zamanlar bi Baby Jean vardı, melek gibi kızdı, ilk başta böyle biraz aksi falan davranıp ona götürdüğüm çiçeği bi kafama atmadığı kalmıştı ama, iyi kızdı vesselam, sonra beni aradı da, ben hayatımın fırsatını depptimmm, kıymetini bilemedimmm, şimdi nerden bulacam ben aney Baby Jean gibisini!... dersin. HIH!:))

Bu arada senaryo yazıyorum ama sadece eklemiş yani... Şüphelenilecek bi durum olmayadabilir. Ve ayrıca çocuk facebook'umda bile değil artık. Ama ben sürekli isminden aratıp takip ediyorum piskopat piskopat. :)

Diğer Oğlanlar

Gelgelelim...Diğer oğlanlara...

1. Kimyacı: Kimyacıdan BUZZZ gibi soğudum- çok sıkıcı biri yahu! Fazla huzurlu bi insan. Ben fazla huzurlu insanlara gelemem. Evvelden Isadora'da da vardı böyle bi 'çıkayazdığım' çocuk aman Allahım ben ne kadar heyecanlı hareketli falan bi tipsen o da öyle bi koltuğa oturt 10 sene sonra aynı yerde bulurmuşsun birisi. Yani işte her şeyden memnun. Olsada olur olmasa da olur falan. Bir ev alır oturur. 40 sene aynı evde, aynı sokakta oturur. Yani çok da kötü değil aslında ama, bilemiyorum, ben onun yanında sanki bende bi sorun varmış gibi hissediyordum. O her şeyden o kadaaar mutluydu ki, ve o kadaaar anlayışlıydı ki... (Özetle: KİMYACI; "You're dismissed!"** :p:P)

2. Kurstaki dahi kılıklı egzantrik tip: Haaa... Şimdi orda dur. Benim böyle egzotik tiplere ilgim oluyor. Kültigin de egzotikti mesela. Bu da öyle. Çünkü sanırım tam 4 haftadır aynı kıyafeti giyiyor ve ilk günler kimseyle konuşmuyor, 'nerd nerd'*** yürüyüp gidiyordu falan! (Gözlüklü zaten. Ama ben gözlüklü tipleri severim; 2 şartla; burnu ve dudakları düzgünse/güzelse) Neyse sonra biz hani Kimyacıyla çıkışta yürüyorduk ya, bu da geçen bize katıldı. Geldi, ne tarafa gidiyorsunuz falan diye.. (Ay yerim:)) Sonra konuşunca çok tatlı olduğunu  fark ettim. Daha önceden de sürekli orda burda, kantinde koridorda karşılaşıp duruyorduk, bi iki kere de bana baya bi baktığını fark eder gibi olmuştum ama ben bu tür küçük tefek şeylere pek prim vermiyorum. Bakalım bugün nolacak...

3. Eskilerden birisi; bir zamanlar çok düşündüğüm birisi; tanıdığım en sanatsal birisi, şu anda da -tesadüfe bak ki- facebook fotosu phantom'ın maskesiyle çekilmiş bi resmi olan birisi... İsmiiiii M. M de geçen yaz Almeida'da çıkayazdığım bi çocuk... Aslında sohbeti falan muhteşemdir. Ama çok pintiydi. Cidden. Azcık da hödüktü. Ve hiç maço değildi. İşte o da bu sebeplerden dismiss olmuştu. Ve baya da tersledim herhalde sonra bir daha konuşmadık. Ve 1 sene geçti. Sonra ben onu dün, facebook limited profile'den normal'e terfi ettirdim. (Birden içimden geldi:)) Sonra onunla tekrar konuşmaya başlama ihtimalimin beni mutlu ettiğini fark ettim. Eskiden HER GÜN konuşurduk. Sonra beraber, ama ayrı yerlerdeyken, ama aynı anda dizi izlerdik falan. (Arkadaşlar duyduklarında bu ne romantiklik demişlerdi :))

Şu diziyi (Ki çok tatlı bi soundtrack'i vardı)

Haydi Tıkla Tıkla! (Valla çok güzel :))

http://www.youtube.com/watch?v=6k36cvOXDpo

"Every night I drive away from you... I see the mountains I have yet to move..." -Let It Go, Fauxliage


sağdaki herif vampir ;)

4. Beni iltifatlara boğan, ne zaman ne zaman ne zaman görüşüyoruz ben atlayıp gelecem, sen gel, hemen gel, ne zaman gelcen, kalp, kalp, kalp, yapan ZİBİDİ, şimdi Cenevre'den tatilden döndü ve orda bi kız görmüş onu anlatıyor bana. İtalyan'dan bahsediyorum, evet. Kesinlikle güvenilmezler. Bu ne şıpsevdilik ya. Bi de anlatıyor utanmadan. Neyse ki ben de onu yedekte tutuyordum- o yüzden sorun yok. O yüzden çok kızmadım yani :p

5. Facebook'tan mesajlar atıp uzunn uzunnn konuşan bir daha Isadora'ya ne zaman geliyorsun bilmem ne diyen gerizekalı aptal salsacı'dan da ses seda yok... Ne garip bunlar ya... Ya da bende mi bi gariplik var? Noluyo, niye kaçırtıyorum bunların hepsini anlamadım gitti. (Neyse kalan sağlar bizimdir. :P)

6. Bu da bi başkası... Hafiften yazma durumları vardı bana, Isadora'dayken sonra görüşelim görüşelim dedi, ben pek oralı olmadım, çünkü baştan beri bi 'pis çapkın' ya da böyle 'içkici' ya da bad boy ama really bad boy izlenimi veriyor bana nedense. Sonra işte bu, inşaat mühendisi, Irak'ı mı ne bi yere gitcekmiş, "Alkol ve kadınlar olduktan sonra her yerde mutlu olurum." dedi. (Peh!) Sonra işte bu 'doycakmış ki' evlenince evinin erkeği olcakmış. (Peh!) E senin mantığınla dedim, evinin kadını olmayı planlayanların da önce bi doyması lazım, dedim. İstediğini yap, gibisinden bi laf etti (biraz gıcık oldu tabi). Yalnız, PARDON DA? İstediğini yap ne demek, zibidi, senden izin mi alcam, hangi sıfatla 'istediğini yap' falan. HADDİNİ BİL! (ehehe :)) Yok öyle tepki göstermedim de.. Konu ben değilim sonuçta, ben senin düşünce tarzını irdelemiştim, gibisinden bi laf ettim.

Notlar

-Salsacıyla konuşmak istiyorum ama ona mesaj atmıcam çünkü en son ben atmıştım. Salsacı birazcık Gerard'ı anımsatan bi tip (gözünün kahverengi olmasını saymazsak) Ama fark ettim ki aynı kültürel derinlikte değiliz. (ukalalık gibi olmasın ama)

-Bugün nerd'ü göreceğim. Yupi yupi yupi. Canım da sıkılıyor. Benden bi yaş küçük galiba ama gene de çıksam fena olmaz. Bundan sonra bele Orion efendi, bundan sonra, nerde gece orda sabah (ne derler? çeşitli deyişler var bu konuda?!:D:P) "If you thought I would wait for you, you thought it wrong..."****
 -Beyoncé

-Yakında M. ile ya da Mister M. de diyebiliriz; barışma konusunda bi adım atmayı düşünmekle beraber; onun da bu fırsata hoplaya zıplaya atlayacağını düşünüyorum. (Bu kadar da alçakgönüllüyüm yani:p) M. aslında başlı başına apayrııı bi başlık konusu. Yazılacak çok şey var bu ilginç genç adamla ilgili.

Coming Soon...

*"You know, even as a kid, I always went for the wrong women. I think that's my problem. When my mother took me to see Snow White, everyone fell in love with Snow White. I immediately fell for the Wicked Queen." -Woody Allen

** Elendin. :p

***İnek inek :p

****Seni bekleyeceğimi düşündüysen kusura bakma ama cidden SAFmışsın. :P