Bu blog'ta yazılanların her hakkı yazarın kendisine aittir. Kaynak gösterilmeden ve izni olmadan hiçbir yerde yayınlanamaz.

BALODAKİ DAVETLİLER

Popüler Yayınlar

31 Ağustos 2010 Salı

Otomatik Portakal, Robot Elma, Uzaktan Kumandalı Karpuz

Otomatik Portakal ne demek yaa?

Biri bana açıklar mı lütfen?

"A Clockwork Orange" Vuuu evet exantrik, new-age ve havalı bi isim, eyvallah. Peki anlamı?

Şöyle mi? Orange insanı temsil ediyor. Clockwork de saat gibi tıkır tıkır çalışan, kusursuz işleyen anlamında, yani erör vermeden işleyen, çalışan, davranan insan gibisinden mi? Benim yaklaşımım bu şekilde oldu.



Filmdeki dekoratif eşyalara bayıldım... (Herkeste böyle midir bilmiyorum ama ayrıntılar çok etkiliyor beni) Özellikle çıplak kadının köprü kurmuş hali biçimindeki beyaz sehpalar çok orijinaldi. (Ve estetik) Sonra aslında duvarlardaki 'müstehcen' resimler de ilginçti... Yani filmin konusu ilginç evet, ama sadece konusu değil; filmin kendine has 'mobilyaları'? ve tabloları falan var... Ve ayrıca sapık-yasadışı işler yapan errrr suçlumuz Alex'in iflah olmaz bir Beethoven hayranı olması da hoş bir ayrıntıydı. Gerçi filmin ilerleyen kısımlarında baya önemli bir ayrıntı olduğu ortaya çıkıyor. Hey gidi Stanley Kubrick!

İşteee şu yandaki gibi sehpalar. (Burada pek net anlaşılmıyor ama, bi fikir veriyor) Sonra bir de daha da ilginci; muhtemelen alkollü olan içeceklerini gene bu çeşit bir kadın heykelinin/cansız mankenin göğsünden 'sağıyorlardı'? O biraz fazla tuhaftı tabi.(/biraz rahatsız edici-tuhaf)

Duvarlara astıkları tabloları da google images'de arattım ama maalesef bulamadım. Hoş, zaten buraya koysaydım, bu blogu da "Dikkat! 18 yaşından küçükler derhal buradan uzaklaşsınlar!" tarzı bir ibareyle açılan bloglar kısmına dahil etmem gerekirdi. Aslında, bu uyarı zaten saçma da.. (Şöyle ki; 14 yaşında olsam, karşıma böyle bir uyarı çıksa, aa bana göre değilmiş aman hemen kapatıveriyim, deme ihtimalim bi hayli düşük olur diye düşünüyorum)
 İşte aşağıda. Orijinal sehpaların bir resmi daha:



Bu filmdeki Alex'in annesi de çılgın kadının tekiydi... Renkli renkli peruklar falan. Tek normal olan babasıydı herhalde. :))

Benim en sevdiğim kısımlardan biri ise sonlara doğru; Alex hastanede yatarken hükümet görevlisi ona yemek yediriyor ve bu sırada da onu, kendi politik amaçları doğrultusunda, istediklerini söylemeye, sanki gerçekten dostlarmışçasına bir tavırla ikna etmeye çalışıyordu. Alex de durmadan 3 yaşında çocuk edasıyla ağzını şapırdatarak açıyor ve hükümet görevlisinin onu 'beslemesini' bekliyordu. Hükümet görevlisi tam gene konuşmasında önemli bir kısma geliyor, Alex yeniden ağzını şapırdatarak açıyordu. (Ve o sırada çok şirindi! :))


Sıradaki izleyeceğim film... Mmmm... Belki Lolita olabilir. Ama emin değilim. Chicago müzikalı de olabilir; Cathrine Zeta Jones'çuğumun -ki çok beğenirdim kendisini- kendini ev kadınlığı ve biricik kocacığı ve çoluğa çocuğa adamadan önceki halleri. Lanet olası Cathrine bana şimdi Orion'ı hatırlattı. Şöyle; Orion benden 9 yaş büyük. Ve işte arada lafı falan geçmişti,; Cathrine'le de Michael Douglas'ın arasında baya yaş farkı falan var ya işte öyle bir şeyler...

Sıradaki şarkı sevdiğim o kişiye gitsin..

Sıradaki şarkı arkada bıraktığıma...

(This one goes out to the one I love
This one goes out to the one I left behind...
...F-i-i-i-i-i-i-i-i-r-e!...)

-R.E.M.

Orion lütfen aklıma gelip durma. Aklıma geleceğine kapıma gel.

(Get out of my dreams, get into my car, BABY! -Billy Ocean'ın bir şarkısı :))

Dün ailecek dolandık, alışveriş merkezleri vs. Kardeşimin takım arkadaşının annesi bana fal baktı; kına gecesi gördü. :D Evlenip Amerika'ya gidecekmişim. (Çünkü Amerika kıtasını da gördü. Vay be.) Orion'la yeniden karşılaşsam, keşke keşke keşkeee...

25 Ağustos 2010 Çarşamba

O Captain! My Captain!

Bugün sıkılganlığım hat safhalarda...

Çalışmak istemiyorum...

Uyumak istemiyorum...

TV izlemek...

Kitap okumak...

Hiçbir şey yapmak istemiyorum.

İstediğim tek şey belki Amerikan şairlerinin şiirlerini okumak.

ve dondurma yemek.

Ama dondurma bana yasak... Ben yasakladım. İstediğim kiloya inene kadar yemek zevklerinin çoğundan mahrum bıraktım kendimi. Boyuna şinitzel ve diyet kola menüsünden geçiniyorum. Yediğim en lezzetli şey yoğurt.

Jude'un aradığı sorduğu yok.

Ben de ona mesaj falan atmıyorum. Nete de çok fazla girmiyorum zaten. (Yapacak daha önemli işlerim var, o yeah!)

Ama en çok sinirime giden; onun çoğu zamanlar facebook'ta fink atıyorken msn'de offline gözükmesi. En çok buna taktım. Yoksa başka bir şey yok... :)

Arada Orion geliyor aklıma, ama şükür ki bu sefer aklı başında bi özlem şeklinde - yana yakıla özleyen bi saplantı'dan ziyade. İkisi arasında çok fark var...




An Education filmini izlemeyenlere tavsiye ediyorum. Güzel filmmiş...İlk başlardaki liseli kızla ilgilenen yaşı büyük adam karakteri bana Orion'ı hatırlatsa da Orion o kadar aşağılık biri değil tabi ki...

Filmdeki ana karakterle de benzer yönlerimiz olduğu için, çok sevdim belki. Fransızca şarkılar söylemeye bayılan, Fransa'ya gitmek için can atan, edebiyattan hoşlanan, çalışkan, iyi bir üniv.ye gitmek isteyen (Oxford) vs...


Filmden aklımda kalan en önemli söz ise: "Eylem karakterdir. Hiçbir şey yapmazsak hiçkimse olamayız."

Filmden çıkarılan anafikir ise; eğer bi kişi, ufak da olsa, önemsiz de olsa herhangi bir konuda dürüst olmayan bir davranışta bulunuyorsa; bu kişinin daha büyük ve daha önemli konularda da dürüst olmama ihtimali yüksektir!

Örneğin filmde David (liseli kızımızla ilgilenen olgun adam) ve kankası bir yerlere girip sanat eseri çalıyorlar. Ve Jenny, onların hayatlarını bu şekilde kazandığını öğreniyor. Yani bu ve bu gibi usulsüzlüklerle. İlk başta tepki gösteriyor ama David, adeta halkla ilişkiler uzmanı tavırlarıyla, nerde ne zaman neyi nasıl söyleyeceğinden emin, ikna kabiliyeti yüksek beyefendimiz, gidiyor ve ikna ediyor kızı: Onlar, diyor, bunun bir sanat eseri olduğunu bile bilmiyorlar, biz çalmadık aslında bu muhteşem eseri 'özgürleştirdik', gerçek değerine kavuşturduk! gibisinden zırvalıklarla... Kız da, şirinlik abidesi, masum&akıllı kızımız, hemen yumuşuyor, gülümsüyor... Ve olay kapanıyor orada.

Aslında kapanmıyor!

İşte o suç ortağı kankayla, her yere, pahalı gece klüplerine, konserlere şunlara bunlara beraber gittikleri, kız 'rüya sona erdiğinde' konuşmaya gittiğinde soruyor: Bunca zaman, neden evli olduğunu söylemediniz? (kankanın bir de sevgilisi var, hep beraber takılıyorlardı)

O da yanıtlıyor; sen de sanat eseri çaldığımızı gördün, ama bir şey söylemedin...


----

Ve sonunda kız DİKKAT SPOILER!!! Oxford'a gidiyor... (Önce tabi, aklı başına geliyor)

Bakalım ben Harvard'a gidebilecek miyim?

---

Şimdiiii.... Bu kayda ismini veren şiirden bir bölüm yazmak istiyorum, ve yazıyı öyle bitirmek. Walt Whitman'ın Abraham Lincoln'ün ölümünden sonra Amerika'yı temsil eden 'gemi' metaforuyla, yazdığı o güzel şiir:

"but o heart! heart! heart!
o the bleeding drops of red,
where on the deck my captain lies,


fallen cold and dead."

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Dancer In the Dark

Dancer dancer derken... O iç buruklayan filmi hatırladım. (Ah Björk ah, böğrümü yakmıştın durduk yerde. Hele o idam sahnesi...)

Ben o filmde en çok Björk'ün yavuklusuyum diye ortaya çıkan herife kızdım. Lan, madem seviyom dion, madem bi ilgi bi alaka bu kadına, e idam edilmemesi için gereken avukat parasını da o lanet olası kamyonunu satıp, bişey yapıp bulsana!!! Bi insanın hayatı söz konusu...Hem de sevdiğin insanın. İnsan, dilenir, yalvarır, tövbe estağfurullah kendini satar gene bulur be!!!



Neyse...Benim dünden beri gene Orion krizim tuttu. Kronik bi hastalığa dönüştü bende... Nüksediyor hep.

Sonra bu öğlen DANCER geçirdi bunu. Kod adı: dancer. Benim Isadora'da bir süre gittiğim Latin Dansları'ndan tanıdığım bi çocuk... Elektrik elektronik mühendisi... Eli yüzü düzgün... :p Uzun boylu. (Evet bu önemli!) Kendisinde genel olarak deniz kıyısındaki şehirlerde yetişmiş insanlara özgü o rahatlıktan var. Modern.. (Kültigin'le kıyaslıyoruz!) Ama gene de Kültigin'e benim daha başka bi zaafım var. Orion'ı andırmasından mı bilemiyorum? (Bronz ten-yeşil göz ikilisi-ki çok tehlikeli!) Kültigin'de sanki daha mert, daha deli bi yürek var! (Ahah! nası bi laf oldu bu şimdi? :))

Akşam olsun da Kültigin'le msn'de konuşayım diye iple çekiyorum. Ne o dancer'mış. Benim halis mulis harbi delikanlı erkeğim Kültigin yanında halt etmiş! Peh! Bi de çocuk kompleks yaptı beni kıskandı işte ondan daha iyi bi üniv.deyim falan filan diye... Hiç gelemem!

Orion ise Kültigin'in birkaç üst versiyonu gibi. Daha tabi yontulmuş falan... Daha kültürlü... Daha Batılı tarz...Vs vs vs... Ama şu lanet olası Orion'ı kafamdan atmam için ne gerekiyor anlamıyorum? Mantıklı düşün Baby Jean, bu herif seni düşünüyor mu bi kere? Belki başka bi karının koynunda, belki onla evlenme hayalleri kuruyor, belki seni lanetle anıyo, yüzünü görmek istemiyo...Yani 4 sene çok uzun bir zaman, ne bekliyorsun, bi 4 sene daha geçmesini mi? Ömrünü böyle mi tüketeceksin? Böyle mi yaşlanacaksın? Hep bir umut, hep bir umut...

Bir de en son Şubat ayında kör olasıca Facebook'umda ekliyken ilişkisi olmaması durumunu fark etmeme istinaden, hala aşkı bulamadığını, hala yalnız olduğunu, hala ne bileyim kendimin onun için özel olduğunu düşünmem APTALLIK! Ama kendime hakim olamıyorum. Keşke bu düşünceyi beynimden ameliyatla aldırabilsem. Bir zararlı kisti aldırır gibi. İltihaplı bir dokudan kurtulur gibi, ona ait düşüncelerimden kurtulabilsem!...

Ama  yüzü aklımdan gitmiyor...Sesi... Bana bu kadar nasıl sinmiş onu anlamıyorum? Sanki çok fazla 'ben'den, çok fazla bana ait bir şey gibi... Sanırım o dönemdeki 'ben'i en iyi tanıyan, belki de tek insan olduğu için, anlayan... Herkesin bir yüzeyi, bir de derini vardır ya, o derine inen....

Bu fikri başımdan atabilmirem. :(

Tabiri caizse 'gururumu yerler altına serip' onu tekrar face'e mi eklesem? Neden sormadım beni niye sildiğini sanki? NEDEN? Gerizekalı, belki de cevap vermezdi. Kendimi yiyip bitiriyorum burda. Kendimi yalnızlığa demirliyorum. Üzgün, ağlamaklı bir gemi gibi, kendi gözyaşının okyanusunda yüzen...

"Don't leave me here, by myself. I can't breathe..."  -Evanescence, Farther Away

17 Ağustos 2010 Salı

Always in my Mind, Always in my Dreams...

Orion...Orion...Orion...

Bir yandan Kültigin'le, kaçırırım elden korkusuyla, bir an önce tekrar msn'den konuşmak isterken, bir yandan da Orion'u düşünmek...

Orion hangi cehennemdesin sevgilim?


Not: Az önce bi İtalyan arkadaş tarafından iltifatlara boğulunca, sonra da şarkı hediye edilince (başlıktaki şarkı işte) Kültigin'in ne kadar da öküz olduğu gerçeği daha bi su yüzüne çıktı sanki... Ya, pff... Rabbim tüm bu özellikleri tek bi erkekte toplamak konusunda neden kendini Orion'la sınırlandırdın? :p Orion varken onun da değerini bilmiyodum ya, ayrı...

Ben akıllanmam!

15 Ağustos 2010 Pazar

Hey There Summer Boy, I'm a Busy Girl!

C-c-c-ra-zy! Get your ass in my bed. Baby... Maybe you'll be just my summer boyfriend, summer boy!

Şimdi de Bones'a geçtik... Don't you wanna COME WITH ME? Don't you wanna feel my bones ON YOUR BONES? It's only natural...

Never had a lover
Never got soul
Never had a good time
Never got cold...

Nedense Kültigin'in beni gerçekten  seviyor olmasına ihtimal veremiyorum... SEVİYOR OLMASI derken; samimiyeti diyeyim. İnsan bir kişiyi birden bire sevmez ama; sevmeye eğilimi olur falan... Bir şeyler. Lanet olsun zaten. Belki de ben herkese bahaneler buluyorumdur. Belki de seviyor olma ihtimalini düşünüyorum, buna ihtimal vermiyorum derken, aslına bu ihtimalin ta kendisinden KORKUYORUMDUR...

"Bana bi iyilik yap. Bu kadar çok sevme beni. En son sevildiğimde duymamıştım en küçük bir sevinç bile..."

Daha sonra devam ederim.

Ama eklemek istediğim; Kültigin'le buluşmam beklentilerimin çok üstündeydi. Ve iyi zaman geçirdim. Beklediğimden çok güldüm. Gayet konuşkan, gayet olabildiğince centilmendi. Bi Kültigin ne kadar kibar olabilirse de o ölçülerde de kibardı işte. Ama hoşlandığımı hissettim. Bir yandan da bir kaçma duygusu. Bunu Orion'da da hissetmiştim. En sonunda Orion hikayesi yılan hikayesi oldu.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Biraz Önce Kültigin Aradı

Geliyooor...Geliyor! Biraz önce telefondaydı. Biraz heyecanlandı herhalde? Çünkü biraz saçmaladı. Ben de çok cool'dum. :p 2 saat sonra buluşuyoruz. Bi heycan bi heycan... Bakalım memnun kalacak mıyım? Bakalım ne giymiş? Bakalım neler anlatacak? Ay bu belirsizlik öldürcek beni. Buluşma öncesi sendromu! PMS -pre...meeting...syndrome!

Çok Saygıdeğer ve Mahallemizin Gülü Olan Sayın Hostes Hanım...

SÜRPRİİİİİİİİİİİİİİİİZ! Kültigin Almeida'ya geldi. (Şok! Şok! Şok!)



Kod Adı: Kültigin

Saç tipi ve rengi: Dalgalı, kumral

Göz tipi ve rengi: Tehlikeli, yeşil

Boy, pos: Yerinde

Kilo: Azcık zayıf (zayıf ama kaslı) (maşallah)

Tarz: Mahalle delikanlısı (harbi delikanlı demek daha doğru olur.)






Kültigin'in bana bir daha mesaj atacağına bile çok fazla ihtimal vermiyordum... Ama attı. Kültigin'i bir daha görebileceğime bile fazla ihtimal vermiyordum... Ama... Şimdi veriyorum!!!

Genelleştirilmiş bir eşgalden sonra Kültigin'i biraz daha tanıyalım:

Kültigin benim eski sınıf arkadaşım (üniv.) O sonradan geldi. Oldukça çalışkan, hırslı bir çocuk olarak tanıttı kendini. Bir de Texas'lı misali uzun ayakkabılar giyen, elinden sigarası düşmeyen, kendine özgü şivesiyle konuşan bir deliganlı arkadaş olarak. O maçoluğa karşın, çocukta bir surat var, sanki bebek, bebek... Sanki yareppim yaratırken 10 kişinin vaktinden çalıp da buna harcamış gibi. Öyle özenli. Yunan heykeli gibi bir ağız, burun, bronz ten rengi ve yeşil gözleriyle bence tartışmasız sınıfın en yakışıklısı idi. Gelgelelim, çocukta inanılmaz bir işte nasıl tarif edilir... Tam bir maço? :) Kıro? Kıro değil aslında yaa, kıyamam, öyle demeyelim. Şey; ermmm... biraz... EGZOTiK? evet. :) Ama ilk geldiğinde bir beğendim ben bunu... İçten içe... Arkadaşım Candy biliyor biliyor bir tek falan... Sonra ben bir yandan da Orion'ı unutmaya çalışırken, platonik duygularımı Mr. Scientist'e yönlendirdim, Kültigin arada kaynadı falan. Sonra onun başka kız arkadaşı vardı uzun süre vs vs vs... Kültigin'le pek çok denebilecek kereler aynı ortamda olmamıza rağmen fazla bir muhabbetimiz yoktu. Ama zaten kızlara karşı falan mesafeli duran bir çocuktu. (Artı puan. çilinnk. Hanesine yazıldı.) Ve de bence bana biraz önyargısı vardı. Beni biraz işte... Şımarık bi kız gibi falan gördüğünü düşünüyorum. Bir de benim önceden arkadaş olduğum sonradan aramın fena halde bozulduğu Frederick'le yakın arkadaş. Frederick ortak projede az eziyet etmemişti yok yere bana, ağlatmıştı bile falan... (Uzun hikaye)

Sonnaaaa... Şimdi Kültigin'le aşk geçmişimize gelelim. :)

Son bir yıl içerisinde birkaç kereler şüphe uyandırıcı davranışlar sergiledi. Yani işte böyle şüphe uyandırıcı bakışlar, uzaktan uzaktan gözlemlemeler, süzmeler, Baby Jean sen kilo vermişsin demeler falan (normalde baya mesafeli çocuk ya... öyle o kadar arkadaş canlısı değil) Sonra facebook'tan eften püften şeyler için mesaj atmalar, arada 'tatlım' demeler, fln filan gibi şeyler.. Amaaaa, tabi ki ben ufak şeylerin üzerinde durup da boş yere ümitlenmemeyi 15 yaşımdan beri biliyorum! :D

Fakat...

En son mezuniyetten önce face'ten mesaj attı gene. Ne zaman Isadora'ya döneceksin, ne zamana kadar Isadora'dasın falan gibisinden, sonra pat diye görüşürüz o zaman dedi, ki bizim sınıf bayaaa kalabalık ve dediğim gibi, öyle bi arkadaşlığım samimiyetim, hadi kalk bi kahve içmeye gidelim'im falan olmayan bi kişi. Sonra da hemen ekledi: "Olmaz mı?" Ben de, evvelden içimde kalan ona karşı bi hoşlanmışlık var ya, herhalde onun da etkisiyle, 'heves krizine girmiş gibi' "olur neden olmasın" dedim. (Yuh be Baby Jean! İnsan biraz naza çeker. Ay bilmem ki, falan der dimi :))  O da pek bi sevindi falan. Sonra tabi ikinci etaba geçtik. 

İkinci etap: MSN

Valla... Çocuk çok fazla cüretkardı. (Mr. Macho, Excuse me, but you are so DARING!) Direk "gelmek isteyene kapım açık" gibi laflar etti. (maçoyuz ya bi de. Tam öyle laflar işte) Benim şalterler attı tabi. (Sanki ben yalvardım. Halla halla. Gerard Butler mısın sen ne zannediyosun kendini sen  be!!! *Tamam sakinim ben*) İşte ben de o zaman hadi yolun açık olsuna getirip, ciddi ciddi hayatında başarı falan diledim. (Şaka gibi:)) Sonra beni baya fazla köşeye sıkıştırdığını hatırlıyorum...

Aramızda şöyle bi muhabbet geçti:

Kült: Bugün neden benimle hiç konuşmadın?
B.J.: Sen de benimle konuşmadın.
Kült: Yoldan yeni gelmiştim, çok uykuluydum.

(...)

Çünkü 1,2 gün nette muhabbet edip, gerçek hayatta tanımıyorum ki ben seni, sen kimsin ki, modundaydık. Ya da dım. Ya da karşılıklı (karar veremedim)

Sonra konuştuk ettik msn'de bilmem ne...

Kült: Biz daha önce hiç bu kadar uzun konuşmamıştık. Şimdi konuştuk. İyi oldu. Demi?
B.J.: Üç senedir uykuluymuşsun demek ki.
Kült: Sen beni uyandırmak istememişsin demek ki...
Kült: Ha, öyle mi?
Kült: Evet ya da hayır?
B.J.: Kim bilir...
Kült: SEN bilirsin.
B.J.: Rabbisi bilir.

:)) Böyle konuşmalar... Sonra bana garip garip sorular sordu. Ne bileyim işte... Tanrı inancım, içki alışkanlığım var mıdır yok mudur, falan filan. (Evlencek kız arıyo herhalde? Bu ne ya, oğlu askerden gelmiş anneler gibi... :))

(İçki, çok ender zamanlar haricinde kullanmıyorum, Tanrı inancım da var bu arada. Burdan tüm hamama giden, kız bakan, kız süzen oğlan analarına duyrulur. Fakat ev işi hiç bilmem. Yemek de pek yapmam. Daha çok yan gelip yatarım.)

Sonra bu Kültigin'in 'takıldığı' bi kız vardı; onun açıklamasını yaptı kırk saat falan bana. İşte hataymış bilmem ne. Kız kaşarmış, öyle ima etti. Sonra kız bundan hamile kalmaya çalışmış. Buna yalan söylemiş, yumurtalıklarında bi sorun var, bişey var diye, meğersem sapasağlammış. Bi hikayeler... Yalnız, bu muhabbet her nasılsa biraz komikti. Biraz da uygunsuzdu tabi, bu kadar anlatması falan. Ve sağol yani dedim; bana böyle şeyleri anlatarak ikinizi yatakta hayal ettirttin! (İçimden dedim tabi.)

Sonnnaaaa... Kültigin bana biraz yavan bi müzik gönderdi. Pek... 'tarzım değil' öyle diyeyim. Ama daha sonradan kendine gelip (birileri tüyo vermiş herhalde) Lady Gaga falan muhabbeti yapmaya başladı. Böyle her mesaj attığında bi American Pop Music muhabbeti açıyor vesaire. Ondan sonra... Msn'de zaman zaman değişen nickname'lerime de gösterdiği ilgi ve alakayla bugünlere geldiiik... Zannediyorum o Isadora'dayken görüşmeyi planlamıştı. Ama ben pek oralı olmadım. Sonra da dedim artık ben Almeida'ya geldim. Aramaz sormaz herhalde...

Fakat... Kültigin vazgeçmedi!

Almeida'da bi şirkete birkaç evrak teslim etmesi gerekiyormuş... Hiç yolları bilmiyormuş. Vesaire vesaire. Ben de dedim iyi bu taraflara uğrarsan bişeyler içelim. Ve 2 gündür gözüm telefonda. Ne Kültigin'miş anasını satıyım! :D Gerçi, görüşsem nolur görüşmesem nolur adam zaten Almeida'da çalışmayacak ki... Ve istemiyorum bi 2 ayrı şehir ilişkisi şusu busu... Ve ayrıca aramızda dağlar, yollar, imkansızlıklar falan filan. 

Acaba diyorum, bu pis Kültigin, ben onu götürür ederim falan o da kolayından kendini gitceği yerlere götürttürmüş olur falan diye mi aradı?

Yani beni telefonla arayıp hadi buluşalım demesi o kadar uzak bir ihtimal gibi geliyor ki şu an...Çünkü gerçek hayatta cidden merhaba-merhaba'nın dışına taşan pek bi konuşmamız yok.

Bütün bu özgüveni de, kız arkadaşlarla konusu açılınca benim: Ay bence sınıfın en yakışıklısı KÜLTİGİİİİNNN.. O ne gözler öyleeee.... Oo ağızzz oo burunnnn.... Özene bezene yaratmış Yaa-repp-piiğğhhhiiimm... tarzı ballandıra ballandıra konuşamalarımın bi şekilde kulağa gitmesinden aldı.

Ve belki de 'bakışlarım, yüreğini Bursa çeliği gibi deldi.' KİMBİLİR? :)) Ona da, harbi bi delikanlı olarak 'duygulu hislerini' bana açmak düşer o zaman. :p

BAZI EK NOTLAR:

-Annem ve anneannem Kültigin'i gördüler. Ve tabi ki Çarşı nasıl her şeye karşıysa, onlar da Kültigin'e karşılar.
-İlk başta Kültigin'in bana bu ani yaklaşımının tıpkı Küçük Sırlar dizisindeki gibi bir iddia olayı olabileceğini düşünmüştüm.
-Hala Kültigin'in bana çıkar amaçlı yanaştığı konusunda şüphelerim var. (Bende biraz paranoyaklık da vardır ama gözü açık olmak lazım bu zamanda!)
-Bence zaten büyük ihtimal, cesaret edip aramayacak. Ve Kültigin defteri de burada, açılmadan kapanmış olacak...
-Bi arkadaşım bu durumu Rus kızların Türk erkekleri beğenmesine benzetti. Ben de "Ay ne maçooo... çok karizmatiiikkk.. OH MY GOD, I love Türk Erkeği" modundaki Ruslar gibi hissediyorum kendimi.
-Kültigin'le karşı karşıya bi cafe'de oturup da ne konuşabileceğimi de bilmiyorum açıkçası!
-Hadi hayırlısı...

Kaygısızlar'daki Kültigin mektubu "Senin Kültigin'in..."diye bitiriyordu. (Ay ne romantik! :D)

Ben de o zaman;

SENİN Baby Jean'in,

xxx

9 Ağustos 2010 Pazartesi

McDonalds'tayım, Yalnızım, Ara Beni

Bugün kurs çıkışı şehir merkezinde şöyle bir dolanırken, peşime biri takıldı. Meğer yalnızlığımmış. Şu an dedim, keşke yanımda biri olsaydı. Biri ya... Herhangi biri! Konuşabileyim, yeter. (Fon müziği: Norah Jones -Be My Somebody)

Kurs çıkışı, önceki hafta sorduğu gibi, şehir merkezine doğru gidiyorum, o tarafa gelen var mı demesini bekledim Kimyacı'nın. Hayır aslında bunu beklemedim. Ama denk gelmeyi bekledim bi şekilde, beraber aşağı doğru yürürüz diye bekledim. Ama merdivenlerden inerken bi baktım arkama, gelen yok. Sanırım hocaya bir şey sormak için oyalandı ya da tuvalete falan gitti. Daha sonra, parkın orada ben otobüs beklerken o yolun karşısından aşağı doğru yürüyordu. Beni gördü mü bilmiyorum. Geçen hafta sırf utangaçlığımdan onunla gitmemiştim. (Aferin bana)

Bugün onun çok azimli ve çok çalışkan olduğunu fark ettim. Kendiminse en azından bu kursla ilgili olarak ne kadar yetersiz çalışıyor olmuş olduğumu. Kimyacı 1 sene içerisinde Amerika'ya gidecek. Bugün bana bu hüzünlü geldi. Hemen senaryomu yazdım: Ben ona aşık olmuşum o bırakıp gidiyor beni ve bir başka Orion vakası yaşıyoruz, 4 sene onu unutamıyorum falan... Gözyaşı, kan, cinayet... vs vs. Kalbim ellerimde, kalakalıyorum.

Onu facebook'ta arattım ve sadece 60 arkadaşının olduğunu görmek beni biraz,nasıl desem, şüphelendirdi mi... nedir. Öyle bir şey. Asosyal misin oğlum?

Ayrıca bugün gözüme fazla damat gözüktü Kimyacı. Fazla damat işte, nasıl derler. Fazla içkisi, kumarı yok, fazla düzgün, fazla efendi. Fazla, anneannemin beğeneceği gibi biri. Fazla... sıkıcı? Yani, çok güzel çok hoş, muhabbeti falan keyif alabileceğim gibi derken, bir şey eksik...Ne eksik ne eksik... Muzurluk??? Ya da... Ben böyle daha bi takmaz tavırlı erkeklerden  mi hoşlanıyorum ki? Azıcık efe. Karar veremedim. Evet, bu çocukta hiç maçoluk yok. :D

Anneme kızdım. Çok kızdım... Anneme küstüm, tüm şehir bana küstü. Ve ayrıca kedim de yok. Sadece annemin adını verdiğim bi kuzucuğum var oyuncak, kafasında ponponu falan var. Ona sarılıp yatıyorum. Almeida'da her şey sanki daha zor... Almeida'da hiçbir şeyden kaçamıyorum sanki. Hepsi üstüme üstüme geliyor. Ve her köşeden bir yalnızlık çıkıyor, ve hiçbir köşe de düşlere dalabileceğim bir maviliğe çıkmıyor!

Dönüp baktığımda her şey çok hüzünlü... Bayan Melankoli olmak istemiyorum, ama öyle. Keşke Kimyacı'yla konuşabilseydim. O her şeyi anlarmış, ve anlayışla karşılarmış gibi bakıyor. Şefkatli bakışlar. Ve bugün gene sınıfa girdiğimde bana baktı. Ama bir şey eksik, ne eksik ne eksik? Yoksa benim ödüm mü patlıyor bağlılık düşüncesinden?



Fikrimden geceler yatabilmirem. Bu fikri başımdan atabilmirem... Duyduğum en güzel Azeri türküsü... Her bir dertten ala... yaman ayrılık...



İşte o, beni anlar duygusu Orion'da da, çok yoğun hissettiğim bir şeydi. Çünkü içimde bir kız çocuğu var merdivenlere oturmuş, dizleri yara... Ona erişebildiği hissediyordum onun. Günlük hayatta sohbet ettiğim, konuştuğum günlük şeylerden, gündemden, kültürden, kitaplardan, filmlerden öte, biri vardır ya hani içinizde, saklı tuttuğunuz, onu kimse bilmez, ama onun canı yanar bazen, hissedersiniz, küçük bir çocuğun kırık kalbidir o, ya da gizli gizli gidip odasına ağladığı yastıktaki nemdir... "Şimdi aşk çok uzakta bir çocuğun kalbidir. Ve bir kalbi bir bedenden ayırıp gitmenin tam vaktidir. HOŞÇAKAL..." (Hoşçakal- Cem Adrian)



Orion... 17 yaşımın kahramanı. BİR OLASILIK. Olasılıkların en zehirlisi. En tatlısı. Kötü büyücünün uzattığı elma, denizkızının gemici aşığına kavuşmak için sesini vermesi, karşılığında bir çift bacağa kavuşması. Benim bacaklarım yok ama. Konu aşka gelince kendi denizimden çıkamayan denizkızıyım ben. Bacaklarım yok. Kimseye gidemem. Güzel şarkılar söyleyip dibe çekmek mi isterim onları? Denizcileri kendime aşık etmek mi isterim? Bilemem...



Bugün, çok şişmanladım temalı mızmızlanmalarımı bi kenara bırakıp omzu ve yakası açık siyah dar bir bluz ve bantlı feminen açık ayakkabılar giydim. Kuaföre gidip saçımın kırıklarını aldırdım (kalbimin değil!) ve fönlettim. Tam o sırada telefon çaldı. Bi ses. Baby Jean nasılsın bakalım falan diyor. Bir erkek ama numara kayıtlı değil.. Sonra Isadora'dan, bölümden biri çıktı. Yaa numaramı kaydetmezsen böyle olur, sen benim kim olduğumu bilene kadar ben konuşmaya devam edeceğim bakalım, hadi bakalım, falan... Fernando? Evet. Ta kendisi. O da Almeida'daymış. Arayaymışım onu müsait zamanımda mutlaka... Görüşelimmiş... Yalnızım malnızım derken ilaç gibi geldi. Ama Fernando'nun geçen sene bi bilgisayar programıyla ilgili bi kursta gözceyizlerimin önünde Samantha'ya asıldığını gördüm ya, şimdi artık çok iğrenç geliyor. WOMANIZER, n'olcak! Erkekler hep böyle işte! Kimyacı hariç. <3 :) (O kendini bilime adamış biri! :p)


Sonra işte, yalnız bir Almeida akşamında yalnız bir Baby Jean olarak, yalnız adımlarla yürürken şehir merkezinin ışıkları arasında, McDonald's a girdim. McRoyal menümle sözde diyetimi bir güzel şenlendirdim. Üstüne de eskiden apple pie diye tabir ettiğimiz şimdiyse dondurmalı tatlı diye anılan bir yiyecek harikasını yedim. Karşı tarafımda da bir oğlan (belki benle yaşıt belki 1-2 yaş küçük) büyük boy bi menü yedi. Arada bana baktı. Ben de ona baktım çaktırmadan. Sonra o kalkınca iyice yalnızlaştım. Bi taksiye atladım. Eve geldim.


Günlerimin yeterince eğlenceli geçmediğini hissediyorum. Ama bir yandan da programım yoğun. Keşke tüm sevdiğim insanlar yanımda olabilselerdi... Kolum incindi ve 3,4 gündür spora gidemiyorum. Adeta sevindim buna! Spor çok zahmetli, çok sıkıcı. Pff pff pff... Ama yarından itibaren yepisyeni bir Baby Jean'le karşınızda olacağımdan, benim o yepisyeni, ve gelişmiş bir üst versiyonum Baby Jean spordan keyif alan, tammmamiyle optimistik, kendisiyle süper barışık, çalışkan, rahat ve Kimyacı'ya, "Hey yo, şehir merkezine mi gidiyorsun, bebek?" diyebilen bi canlı türü olacak. :D





Kimyacı'yla konuşmak istiyorum. Onunla kimyadan, Madame Curie'den şundan bundan, bilimden, hayattan, ölümden... Bir şeylerden ve hiçbir şeyden konuşmak istiyorum. Bana Orion'dan önceki erkek arkadaşımı (Matt) anımsatıyor nedense. O da non-maço bi tipti. Güvenilir falan. Piç değil... İyi kalpli vs. Şimdi napıyordur acaba? Çok aşıktı bana. O kadar ki bunu "Kızınıza aşığım" şeklinde ANNEME bile söylemişti. 5 sene sonra benimle evlenecekti falan... Sonra da bir gün bırakıp gitti işte. Çok ağlamıştım. Sonra da hırsımdan ve hıncımdan bir başka çocukla bi nevi çıkmaya başlamıştım. O Matt gibi değildi tabii. Olamazdı da. Annem ondan nefret ediyordu. Ama bence çok da kötü değildi. Sonra... Sonra da işte Orion. Ve Orion'dan sonrası hiçlik. Koca 4 sene boyunca. Birkaç "hadi bi deneyim...hadi bi şans vereyim" dışında. Orion'la kıyaslayınca herkes yeniliyor tabi. Orion şimdi gelse, bir yabancı olur. O kadar sene geçmiş. Artık onun karşıma çıkmasını istemiyorum. O geçmişimde bir dönemi simgeleyen bir...tür... anıydı işte. Orada kalmalı. Bi keresinde bi arkadaşımın dediği gibi "Eskilerden uzak dur. Çok can yakarlar."



Ve şimdi... daha çok çalışma. Daha azimle hayallere sarılma vakti. Çarşamba günü Kimyacı'yla konuşmayı umma vakti...



C U,



B.J.



Not: Kimyacı Bey'e benzer bi resim aradım ama bulamadım. Bulunca koyacağım. Resim ararken karşıma çıkan bir yazıda okudum ki Türk erkekleri en iyi sevgili DÜNYA SIRALAMASINDA (heyt be) 9. muş. SONDAN tabi ki... En iyiler İspanya, Brezilya, İtalya, Fransa ... .... .... Gene de, her şeye rağmen, demek istiyorum ki:

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Hayır İstemem Bir Başkasını Yalnız da Ayağa Kalkabilirim

Tanıdığım bir kız vardı. Ara sıra sohbet ederdik. Ara sıra sessizleşirdi, o zaman yalnız kalmak isteyebileceğini düşünüp üstüne pek varmazdım. Bugün bana yalnızlıktan nefret ettiğini söyledi. Bugün bana, loş bir balkonda otururken; aramızda, tam ortada, yeşil bir bitki, şu ana kadar değer verdiğim herkes beni hayal kırıklığına uğrattı, dedi.

 Salonda Cem Adrian çalıyordu: Hayır istemem bir başkasını, yalnız da ayağa kalkabilirim. Anlatmasını bekledim. Bir şeyler daha söylemesini. Konuşmaya çalıştım. Olmadı. Sorular saçmaydı.

Karanlığın iyice inmesini bekledim. Bir şeyleri bekledim, ortadaki saksının kırılmasını, toprağın dökülmesini, yaprakların fırtınada dört bir yana dağılmasını........bekledim. Balkonun kenarlarındaki tüm çiçeklerin bir anda solup yere düşmesini...Bir şeylerin olmasını bekledim çünkü sessizlik çok asil ama çok acı veren bir protesto tarzıydı. Çünkü içinde taşıdığında, gözyaşı çok ağırdı.

Gece bazen çok sessiz. Bazen çok gürültülü. Gecenin gürültüsü içimdeki isyandan mı bilemiyorum?

Birini unutmak bazen sonbaharın bitişi kadar hüzünlü olabiliyormuş... Sonbaharın bitişi hüzünlü olur mu hiç? Ama belki ben sonbaharı sevdiğimden...
Aramızdaki saksıyı çektim sonra. Sandalyemi ona yakınlaştırdım. Eğildim, dedim ki, sen bir ağaç değilsin ki yaprakların dökülsün, sen Cem Adrian seven bir kızsın, dedim, sadece... Ama bir ağaç değilsin! Bir dere olabilirsin, bir rüzgar, evet, belki okyanusunu kaybetmiş bir dalgasın.. Ama...

... "Daha önce bırakıp gidenlere beni neden terk ettiklerini hiç sormadım. Sana da sormayacağım." dedi. Ben seni hiç bırakmadım ki, demek istedim, ellerini tutmak, lütfen böyle konuşma, demek istedim. Kalktı. Müziği kapattı. Sonra ne oldu bilmiyorum. Bir dere gibi, topraklarımdan uzak köylere aktı....gitti... Bir rüzgarın pencereden  usulca çekilişi gibi, sustu daha derinden, okyanusunu aramaya giden bir dalga gibi kollarını açıp sarılabileceği sahillere gitti...

Onun adı "Sonbahar" değildi.

-B.J.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Mükemmel Erkek Yoktur Mükemmel Rolü Yapan Erkek Vardır

Almeida'da bu kadar mutlu olacağımı hiç ama hiç tahmin edemezdim. Sürekli arabaların plakalarına bakıyorum ve Almeida'ya ait plakaları görmek mutlu ediyor beni; bi tanesi farklı çıkarsa biraz telaşlanıyorum, hemen başkasına bakıyorum; bakıyorum Almeida; yoluma devam ediyorum... :)

Ben buraya bir denizi bırakıp geldim... Bir okyanusu da bırakabilirmişim...

Bugün Im Juli'yi izlediğim arkadaşımla buluştum (Armando'yla). Bir şeyler içtik (Ben milkshake;  o kokteyller falan bir şeyler)  Armando benim tüm 'aşkitolarımı' bilir. Yani, neredeyse üniversite 1. sınıftan beri, şu ana kadar; acaba dediğim, bi şans verdiğim; bi yemeğe çıktığım vb. kişileri. Ki genelde de 'aşkito' noktasında bırakıyorum 4,5 senedir. Çoook uzun zaman. Orion'dan beri hiç 'aşkım' olmadı, kimseye aşkım demedim. Sonra ben dedim ki; Armando, Orion karşımda 5 DAKİKA otursun, sadece 5 DAKİKA göreyim onu; ömrümden 5 YIL gitsin!.. Face'ten ekle, senden bi sinyal gitmesi lazım, dedi.(Aslında zaten ekliydi; ama o hikayeyi sonra anlatırım)

Armando şöyle dedi bana; ve bu akşam söylediği en güzel cümleydi; "Mükemmel erkek yoktur B.J., mükemmel rolü yapan erkek vardır..."

Ve bir de bir arkadaşının  cümlesini söyledi; Edward'ın; "'Doğru erkek' sevişmeye kemerini çözerek değil, kızın tokasını çözerek başlar" gibisinden bir söz... Edward, kısa boylu olmakla beraber, sarışın ve mavimsi-yeşilimsi gözlü, böyle yakışıklı suratlı falan, entellektüelitesi yüksek, çok okur, iflah olmaz bir sinemasever, bütün filozoflarını, laflarını falan filan bilir bi tip. Daha önce bi konserde karşılaştığımızda (o zaman mimar&avare bi aşkitom vardı, aklım ondaydı; daha doğrusu beni deli ediyordu) ben ona gülümsemişim ve sonra hakkımda "Ne kadar tatlı, hele bir gülümsemesi var; sanki güneş doğuyor, insanın içinin yağları eriyor" gibisinden bi laf etmiş. "Yaa keşke Almeida'da yaşasaydı", diye de eklemiş. O zaman ben Isadora'dayım tabi. Daha sonra tekrar karşılaştık Armando'larda, ve tabi aşırı dingin bi insan gibi gelmişti. Benim de biraz şımarık bi günümdeydi, ya da işte öyle... Pek bir diyalog falan olmadı yani... Ama bugün dedim; Armando, bak benim renkli göz, sarı saç fetişim var! Yeniden karşılaştır bari bizi... Bakalım, belki tekrar görürüm Edward'ı. Ama gene de kısa boylu olması kötü işte :(

Orion'u mu sevdim? Yoksa onun beni sevme tarzını mı... Sanırım daha çok ikincisini. (Back to Orion evet. Bu günlükte bütün cümleler eninde sonunda Orion'a çıkar; tıpkı İstanbul'da bütün sokakların denize çıkması gibi. :)) Orion'la yeniden görüşsem büyük ihtimal hiçbir şey olmayacak. Çünkü aradan çok zaman geçti. Ve bir de yeniden görüştüğümüzde yeni taşıyan insanlar gibi olmayacağız sonuçta; ve üzerimizde bir baskı olacak; bir "yine yürümeyecek" korkusu, çok samimi olamayacağız belki vs vs vs...

Orion'la görüşmekten beklentim nedir? Onu da tam bilmiyorum. Bilinmezlikler içerisinde bildiğim tek şey, içimde onu yeniden görmek için tarifsiz bir istek olduğu. Ve başka insanlarla görüşmek bu isteği azaltmıyor. En sonunda gene Orion'ı sayıklarken buluyorum kendimi. Ya da belki şu ana kadar hiçkimsenin gerçekten Orion kadar iyi olmamasıyla bağlantılı. Bu da demektir ki, yeterince iyi birisi olduğunda Orion'ı görmek istemeyeceğim?

Orion biraz bu tarz bi tip işte. 1.84 boylarında; atletik sayılabilecek, yeşil gözlü, kumral saçlı, hafif yamuk bi burun (resimdeki gibi), böyle...derin bakan gözler falan. (gözleri söylemiştim değil mi? :)) Sevgili Gerard'çığımı da çok severim. Onu da burdan öpüyorum :)

 All of my life where have you been? I wonder if I'll ever see you again?...*

xoxo

Orion's Girl

 *Again -Lenny Kravitz