Bu blog'ta yazılanların her hakkı yazarın kendisine aittir. Kaynak gösterilmeden ve izni olmadan hiçbir yerde yayınlanamaz.

BALODAKİ DAVETLİLER

Popüler Yayınlar

5 Nisan 2014 Cumartesi

İçip içip kustuğum bi iksir

Zaman.... İçimdeki nehir.... Avucumdaki su damlaları.... Kaçırdıklarım....

Tüm kaybettiklerimin arasından yalnız ve "galip" çıktım.


Rooftop party'de tanıştığım 'ateşli River'dan söz etmiştim. Uzuuun zaman önce. Buralara hiç kimse uğruyor mu artık bilmiyorum. Ama ben hiçkimse için yazıyorum. Ya da tek bir kişi için. River'la 10 ay geçti. Bu benim için bir rekor. Daha öncekiler hemen bitiveren külahlı dondurmalar gibiydi; bi seferlik kamikaze, bir güneşli tatil gibi. Ama bu sürdü. Bağlanmak istedim ve bağlandım. Onda kızdığım bir çok şeye rağmen, tattığım, ve sanki başka hiçbir yerde bulamayacağımı sandığım şeyler vardı: tuhaf bir 'beni ne olursa olsun sevme' duygusu, bana verdiği. Tüm hatalarım ve tüm yaptıklarıma rağmen, bana bir defa bile kötü bir söz söylemedi, hiçbir şey olmamış gibi yeniden kucak açtı, kızmadı, hesap sormadı. Bu bana öyle özel hissettirdi ki. Ve evde hissettim, "evim oymuş" gibi (Özcan Deniz'in Evim Sensin'ine gönderme:)) Ailemmiş gibi; o derece birbirimize aitmişiz gibi...

Dün yine bir facebook kavgası ettik. Beni aramayacak, biliyorum. Oysa sesini duymak dünyalara bedel olabilirdi. O tatlı anlayışlı atmosferi; onun yanındayken başka bir ülkeye gitmiş gibi oluyorum; başka bir iklime geçmiş gibi... "Onun yanı"nı öyle çok isterdim ki bu akşam... Ama olmayacak biliyorum... Dünkü ben'i sevmedim. Çirkindim çok. Onun üstüne giderken Çirkin sözler söylerken. En sonunda dayanamayıp senin yaptığını ancak bi o.ç. yapar, derken! Ve deli gibi ağlarken... Konuşmayı ılımlı kapattık. Ama sanki bir şeyler öldü. Ben mi öldürdüm? Özendiğim bahçemdeki çiçeklerin bir bir solduğunu hissediyorum; ya da sanki bir gecede biri onları ezdi, geçti, gitti.... 

Hayatımda "sink or swim" noktasındayım. Karar verdim: yüzeceğim! Yıllar geçiyor... İnsanlar...Yüzler... Caddeler... Ya istediğim gibi bir hayatı kaçırıyorsam? Çocukluğumun tüm yaralarını taşıyan bu gri hastane kılıklı şehir Almeida'dan kurtulmak istiyorum. Hayat bir yerlerde akıyor; bir yerlerde tüm renkler, tüm tonlarıyla var, ve ses ve müzik ve keşfedilecek güzellikler... Ama Almeida'da ölmeden süre dolduruyor gibiyim.... Isadora'da nefes alıyordum. Isadora gibi bir şehre gideceğim. Denizin ve günbatımının olduğu kadehlere aşkların dolduğu bir şehre!

Ruhum yaralı ve kusurlu; ama ne değil ki? Beni sev; sev ki güzelleşeyim... River, geceler boyu seni düşledim hep; bir de seni unutabilmeyi... İçip içip kustuğum bi iksir gibisin. Ne yapacağım ben seni?



21 Eylül 2013 Cumartesi

Rooftop party'de başlayan bir ateş.....li aşk :)

Ya da ne demeliyim? Almeida'da Aşk; Aşk: Sonbaharda bir Ağaç; Rüzgar ve Düşen Yaprak. Hayır hayır romantikleştirmeyelim.

Onu bir Rooftop parti'de, yabancıların arasında,  o gece Almeida'nın ışıklarına bakan o çatıda, hafif rüzgar ve konuşulan binbir yabancı dilin; şarap kadehi tokuşturma seslerinin ve yüzlerin içinde...



Yüz...?

İtiraf ediyorum önce seksi karnını fark ettim. Burada çirkinleşebilirim. Ama onu çok seksi buldum. Bej-kahve tonlarında üstü yazılı bir t-shirt giymişti, umursamaz, seksi ve serseriydi.

River, tip olarak tam buna benzemese de, skater boy gibi bir giyimi, enfes esmer bir teni ve karın kasları vardı:)

Saçlarım bukleli, kumral, üzerimde kot ceket; içinde hafif göğüs dekolteli bir büstiyer ve boynumda kalp ve anahtar şeklinde bir kolye vardı.

Candice. Buna benzer bi halim vardı. Kendimi harika hissediyordum. Aşk budalasına hava atıyordum.


Uykudan uyanıp melez arkadaşımın doğum günü partisine gelmiştim. Orada beni önceki Sevgililer Günü öncesi terk eden eski romantizm objemi görmüştüm. Ne desem? Romantik kimsem. My somebody? Lover? No. Öptüğüm birisi evet. Bir tür kahraman? Gibi. Kalp acısı? Kesinlikle. Bir kalp kırıklığı hikayesi. Ümit ve yarı yolda bırakılma. Once edilmiş büyük laftan sonra ortadan kayboldu. Twitter'da kızlarla fingirdeşmelerini gördüm. Isadora'dan bana hediye getirecekti... Getirdi de. Bir şişeye hapsedilmiş olarak Isadora denizinin, kumsalının, limanının havası... Seni şiirsel hergele! Seni aşk budalası! -Burada frene basıyorum; o başka bir hikaye. 




Ve bütün bu düşüncelerin içinde.. Ben River'ı gördüm. Bir iki şakalaştık. Yok böyle bir cool'luk. Adamın umuru değilim. Ama bir şey çekiyor beni ona sanki görünmez bir tığ, bir atkı örüyor benim boynumdan onun boynuna; bizi birbirimize yakınlaştıran; bizi hazırlayan; yaklaşan kışa. O zaman bahar sonuydu. Ama yaz çabuk geçen bir fırtınadır; sonra kuşlar göç eder. Ve hep kalacak bir misafir gibi oturur kanepeye kış. Yorgun, teni soluk, soğuk bir misafir gibi; hikayeler saklayan.

Bana fındık-fıstık ikram etti. "İster misin?" dedi. Bu tarafa doğru bakıyorsun da. (Yiyecekmiş gibi:)) Aldım. Aslında benimle konuşsun diye bakıyordum sanırım. Sebebini hiç bilmiyorum. Onu ilk gördüğümde tipsiz bulmuştum. Hatta o elini uzatmış tanışmak için, ben görmemişim bile. Sonra tıpkı SİMS oyunundaki gibi, bir başkası, daha güçlü birisi -bi varlık? devreye girdi ve beni ona programladı sanki...

Oradaki birtakım kızlarla birtakım samimi kareler veriyordu (Sinir oldum) ama şakalaşır gibiydi. Çok flörtöz bi hali yoktu. Daha ziyade arayışta olmayan biri gibi duruyordu.

Sonra uzun uzun sohbet ettiğimizi ve bir salağın daha buna dahil olmaya çalıştığını hatırlıyorum...
Bu diğer tip de beni kazanmaya çalışıyordu ama pek şansı yoktu. Asker pilotmuş. "Uçuracaktı seni" diye River daha sonra bununla dalga geçti :)

River o sohbette bana İngiltere'deki yaşamından ve eski kız arkadaşından söz etti. Dudaklarına yapışmış şarabı anımsıyorum. Şaraplı dudaklarının bitimi; kıvrım, düzgün burnu, yüzünün yandan görünüşü. Ondan hoşlanmıştım.


Beni kaldığım kampüsteki yerime kadar yürüyerek bıraktı. Yolda konuşmaya devam ettik. Bu arada eski erkek arkadaşımla gittiğim Goran Bregovic konserinin yapıldığı yere yakın bir yerden geçtik; hatıralar hatıralar... Zihnimizin daimi konukları; hiç yaşlanmayan; hiç terk etmeyen; duygu-evimizi. İçimizdeki o kırılgan, camdan sarayı...


Bir de kedimi anlattım. Kedim benim ah!.. Bir zamanlar hayatımdaki tek erkekti. Beni sorgusuz sualsiz seven. Üzgün olduğumda gözyaşımı yalayan bir hayran; bir aşık; bir dost... Onu hayatım boyunca hatırlayacak ve özleyeceğim...

Sonra okuduğum kitaplardan söz ettim... Ve konuştuk...



O benim Jay-Z'im olabililr mi?
Ben onun Bee'si;
Baby boy, you stay on my mind, fulfill my fantasy? 

Vedalaşırken kollarını açtı. "Sarılmayacak mısın bana?" gibisinden. Yolda bir ara da parfümümü çok beğendiğini söyledi (O gece Paris'i sürmüştüm; aslına bakarsanız her sürdüğümde övgü alırım:)). Aslında emin gibiydim o an, benden çok hoşlandığına... Beni show'una çağırdı. Gidecek miydim? Evet!

Ve hikayemiz böyle başladı...

-M. Curie

24 Haziran 2012 Pazar

I Wanna Love, and Dance Again!


“Keşfetmekten vazgeçmeyeceğiz / Ve keşfimizin sonunda / Başladığımız yere varmış olacağız / Ve orayı ilk kez gerçekten tanıyacağız.” –T.S.Eliot



Neyi keşfettim bilmiyorum geçen sürede... Elde ettiklerime değdi mi bu yarış, bilmiyorum... Ben; burada; Almeida denen bu karasal iklimde; kimliğim çantamda gezdim sanırım; bir gün gerçekten çıkarılmak üzere. Katlanmış yazlık kıyafetlerden oluşan bir rüya bavulu gibi... Beni palmiyelere geri götürecek bir bavul.




Buraya dönmeyi istedim ben. Isadora'dan, Almeida'ya dönmeyi, evet, istedim gerçekten. Neden? Bir hesaplaşmam vardı. Ama şimdi; dövüştüm belki de tüm kavgaları... Ve, yoruldum. Bunaldım. Nefessiz kaldım. 





Öyle ihtiyacım var ki coşkuyla akan bir şelaleyi kucaklamaya ve doğan güneşi arkasına almış ışıltıyla bana bakan bir gülümsemeye... Birinin bana gülümseyerek bakmasını özledim. 

Sayfaya en son eklediklerimi okumadım. Kim okudu bilmiyorum. Bazen bir boşluğa sesleniyor gibi hissediyorum; çiçeklere şarkı söylüyor gibi. Herhangi birinin beni gerçekten okuduğundan; ya da anladığından emin değilim; burada ya da gerçek hayatta.

Söyleyecek o kadar çok şey var ki.... Çoook çok...şeyler... Onları çoğu zaman yutuyorum ve gözyaşına dönüşmeden; dudaklarıma, gözlerime, yüzüme, hayallerime çok yakın bir yerde düğümlenip kalıyorlar...

Burada, silinip gittiğimi fark ediyorum. Arka plana karışan birtakım figürler gibi, resimlerdeki rengin, diğerleriyle usulca bir olması, onların bünyesine katılması ve figürün, kendi hatlarını yitirmesi gibi...




Tutku; çok önemli bir şey biliyor musun? Ben onu yitirdiğimi hissediyorum. Tıpkı bilgisayarın daha önce yüklenmiş ayarlarını geri getirmek gibi; 1.5 sene önceki beni geri getirmek isterdim. Bayılırlardı kahkahama. Derlerdi ki Marilyn C. içeri girince sanki güneş doğar; onun yüzü öyle ışıltılıdır, sesi öyle coşkuludur ki... Oysa burada, şimdi sahip olduğum iş yaşantımda sesimi kısmet isteyenler var. Beni grilerden bir gri, arka plandan farksız yapmak isteyenler. Ve buna engel olamıyorum... Koşullar böyle. Bu, seçtiğim bir zorluk; tırmanmam gereken bir tepe; ama sonrasında, o tepenin ardında, güneşe kavuşamayacağımdan korkuyorum... 



Şimdi, çalışmam gereken bir ders, halletmem gereken birkaç telafi sınavı var.

Şimdi, Avrupa'da bir şirin yere gitmenin planlarını yaptığım bir yaz, önümde. (Umarım bu minik hayal de çöpe atılmaz)

Şimdi, o şirin yerde yaşayan, 5, 6 senedir dolaylı olarak tanıdığım, hayranlık duyduğum, bana birtakım romantik laflar ettikten sonra şimdi beni umursamayan, biri aklımda... (Onunla konuşmak için can atıyorum. Dinlediği müzikler, izlediği filmlerden derinliğini sezebiliyorum. Ama kaygan bir şey gibi, nasıl desem, balık gibi? Avuçlarımdan kayıp gitmeye öyle meyilli ki... Bana istediğim gibi ilgi göstermiyor. İstiyorum ki hep mesaj atsın, bir şeylerden söz etsin, bir şeyler anlatsın; ben dinleyeyim... Bu beni çok mutlu ederdi. Ama, belki de masallarını bir başkasına anlatıyor. Bu yüzden yüzü bana dönük değil... Belki de belli etmemeliydim çok, ona ilgimi... Pff :((( )




Şimdi, çok sıkıntılı bir iş hayatım. Hırs küpü, arkadaş olması neredeyse imkansız, garip, acayip yüksek egolu iş arkadaşlarım.

Bir türlü tam olmayan bir şeyler var...

Bir plan kurup bu şehirden kaçmalıyım; ama öyle olmalı ki bu arada toplayabildiğim meyveleri toplayayım!



Hayat bazen, zor ama çok zor bir bilgisayar oyunu gibi. Bazen aynı bölümde takılıp kalıyorum gibi. Of Mario gelse beni kurtarsa :((

Çok kızgınım. Çok çok çok her şeye!!!

Eski güzelliğime bi türlü kavuşamadığım, aldığım kiloyu geri veremediğim, potansiyalimi harcadığım için;

Yeterince güçlü durmayı başaramadığımı düşündüğüm için,

Yeterince programlı çalışamadığım için,

Sabredemediğim için...

Ve daha birçok nedenden dolayı kendime çok kızgınım.

Beni anlamadıkları için de;

Duyarsız oldukları;

Sığ oldukları için;

İnsanlara kızgınım... Bunu derken özellikle iş ortamımı kastediyorum. Neredeyse orada değerimin bilinmediğini; fark edilmediğimi, yok sayıldığımı hissediyorum. Bir şekilde; puzzle'a uymayan bir parça gibi hissediyorum her nedense!!! 





Kendime not.
Bu da bu yazının sanatsal resmi olsun. "Kuyuyu Terk Eden "Gerçek"", adı onun. (Sanatçı:  Édouard Debat-Ponsan)  Rahiplerin ikiyüzlülüğünden,  "Dreyfus" olayının askeri gücünden kaçıyor. Bir diğer adı: "O (Kız) Boğulmuyor."


Adio!





7 Haziran 2011 Salı

Sabah Bi Kuple Rüya İle Uyandım & Dönem Sonu & Depresyon Sonu

Biz iyi hissettiğimiz için; bilinçaltımız rahatladığı için mi rüya görürüz? Yoksa o bi iki dakikalık üç beş saniyelik görüntüler dizisi mi bizi rahatlatır? Ve sonra iyi hissederiz...

Sweet dreams in the witch house
"İyi hissetmek" Benim bu dönemin başlangıcından beri sürekli teğet geçtiğim bir şeydi; en fazla bir süreliğine kıyısında durduğum asla giremediğim denizdi...

Bir ferahlayamamıştım...

Huzur? Hani?

"Enchanted" filmi
Depresyon böyle bir şey. Geçeceğini düşünmüyorsun. Geçeceğini düşünmediğini düşünmen ise seni daha çok o kuyuya çekiyor. Tılsımı bu. Büyüsünü bunun üzerine kuruyor.

Sonra çıktığında dünyanın hala nefes aldığını ve hala sunacak şeyleri olduğunu görüyorsun...

Sonra anneannene bakıyorsun, komşusuna bakıyorsun ve 80 yaşlarına yakın olmalarına rağmen ne kadar keyifli olduklarını görüyorsun! Şaşırmamak elde değil!


İşkence Sona Erdi


Rapor için bana birden bire bir azim gelmişti. Bu gelen azim ne derece doktorun ilaç dozumda ayarlama yapmasına/değiştirmesine bağlı ne derece namaz kılmama bilmiyorum, ama normalde o sunumu hazırlamak için verilen 10 günün 8 gününü pratik olarak hiçbir şey yapmadan sadece ağlamak ya da ağlamayı isteyerek ölümü ve kötü şeyleri ne kadar bahtsız olduğumu vs. düşünerek geçirdikten sonra (bunu okuyan biri olursa, bu konulara yabancı olma ihtimaline karşı söyleyeyim; bunlar olumlu düşünme, daha kötülerini görme, güzel bi iki şey yapma, gayrete gelme vb. ile geçebilen şeyler değil, söz edilen bir bunalım da değil söz edilen klinik bir "depresyon" yani akla gelen olumsuz düşünceler kişinin öz iradesiyle kontrol edilemez durumda; çünkü beynin kimyasalları ve hormon salgılama düzeyi değişmiş) Neyse bu böyle devam etti... Ben iyice buhranlı hallere sürüklendim bu kadar emek ve başarıdan sonra master'ı bırakmam söz konusu bile olmuş durumda idi...

Bu reklam çok hoşuma gitti.


Son iki gün ise mucize oldu...



Mucizeye en yakın deneyimlediğim şey budur herhalde.

Birden bire düzeldim. Ve ben o sunumu yaptım. Gayet de güzel yaptım. Herkesin başladığından 2 ay geç başladım; hazırlamak için 100'de 80 daha az zamanım vardı ama oldu. Buna sevinmem de neye sevinirim? Şükürler olsun!!



İşte o hazırladığım gece.. Hiç uyumayacaktım aslında. Ama dedim sersem gibi olurum 3,4 saat kestireyim bari; hazırlamış olduklarımı doğru düzgün, gevelemeden sunma şansım olsun. Uyudum...Ve hayatımın en güzel rüyalarıydı...

1. bölüm: Ata biniyorum. BEN ATA BİNMEYE BAYILIRIM. O hissi uzuuuun zaman sonra yeniden yaşamak o kadaaar mutluluk vericiydi... Anlatmak mümkün değil. (Ama benim bindiğim kahverengi bir attı. Tıpkı Lala ile gittiğimiz o üniversite şenliğindeki gibi. :))


2. bölüm Orion: Rüyanın bu kısmı CENNET gibiydi. Biliyorum sayfanın sağında "Orion'ı unuttum" notu var. Bu belki de ona ulaşmak için çaba göstermeyeceğim, anlamına geliyor, ama...Ama işte. Orion oradaydı. Mutlu gülümsemesi tatlı gözleri ve kumrallığı ile.. Hani reklamlarda/filmlerde yarı açılmış bir yatakta yarı oturur şekilde, yarı çıplak, yarı seksi :) aile babaları olur ya muhteşem gülümserler onlar gibiydi... Gidip yanına uzanmamın mümkün mesafesinde... 


Buradaki adam acayip benziyor Orion'a :((
Gerard Butler olsa gerek.

Veee...Bu görüntülerin tadını çıkarıyordum ki DAYIMIN 8 OKTAV SESİYLE UYANDIM; "Hanımefendi Corel Draw'ın orijinal değil de kırık sürümü var mı acaba" Birkaç yere telefon ediyor her seferinde evi yıkacakmış gibi konuşuyor. Simav'da yeniden deprem oluyor beni de odağına oturtmuşlar sandım! ÖF YAAA! : (

4 Haziran 2011 Cumartesi

Simon Kızları 6 Kategoriye Ayırırmış!... -Mim

Dün Simon mesaj attı bana "naber" tarzı. (Nabeeer, Nası Gidiyoooo  tarzı :P)


Ben ise bazen, yani konuşmak istediğimde, çok sempatik bulduğum insanlara pat diye alakasız mesajlar gönderiyorum. Örneğin;


Hikaye şöyle başlayabiliyor:


Simon'la ilk okulda bi cafe'de görüştüğümüzde çay almaya gideceğini söylemişti. Ufak bir ayrıntı. Ama, elinde bir elmalı bir de normal çayla gelmiş. Burada elmalı çayı harika yapıyorlar, ben seçenek olsun diye bir ondan bir de siyah çaydan aldım; sen hangisini istersen onu seç diğerini ben içerim dedi. Çok hoşuma gitti!






Sonra karşılaştığımızda mesaj attım ve;


Tarçınlısı da güzel oluyormuş, dedim.


Ne? Hım?! What?


Elmalı çayın : )))


Bu tür şeyler tabi biraz flörtvari olabiliyor. Ama ne yapalım yani hoşlanmasınlar diye höt höt diyaloglar mı kuralım. : p






Bu konuda daha temkinli olmaya karar verdim ama. Bu tür şeyler geldi çünkü başıma. İstenmeden bir hoşlantıya mahal vermek gibi. Mazallah!






Evet, sonra bana bi link gönderdi doğrusu biraz manidar geldi ama çaktırmadım : p

Linki hemennnn sizinle/seninle paylaşıyorum (çoğu zaman yazılarımın bi kişi tarafından bile okunduğundan emin değilim de! : D Olsun! Bazen dönüp ben okuyorum:)))





Sonuncu kız ben miyim acaba? : p :P Ay yay yay Bu ne ukalalık di'mi. The perfect one hadi ordan : P Ama öyle düşünmedim değil! : D


Sonra... Uzuuun uzun konuşmaca ve şarkı linki göndermece. O bana ŞU şarkıyı gönderdi biraz sonra videosunu koyacağım ben de ona senin sesin de iyi gider bu şarkıya dedim. Çok sevindi! Çok şımardım şimdi, dedi. Cidden öyle ama : ) (Yoksa gene mi hala mı umut veriyorum? Arkadaşçayım ama :(( )


İşte onun da öyle... Erkeksi/ efkarlı, değişik bir sesi var... MFÖ konserinde şarkılara eşlik ederken; elinde sırt çantasından çıkardığı plastik şarap kadehi ne yalan söyleyeyim, etkilenmiştim. Ne var ki, sonra, yine kısa boylu olduğu gerçeği suratıma tokat gibi çarpmıştı : ) Ve yine, ne yalan söyleyeyim, esmerliği de hoşuma gitmiyor değil. 


Of Tanrım! Simon da bir sonraki ORION VAKASI yaratmaz inşallah! Önce elimin tersiyle itip sonra kul köle oluyorum da, bazen, huyumdur, sayıklayıp sayıklayıp duruyorum, gönderdikleri şarkılar filan efsane oluyor. (Bkz. UNINTENDED dinlesene! :-))




Sonraaa, benim gönderdiğim şarkıları umarım yanlış ya da kendine gibi MESAJ GİBİ algılamamıştır. : ) Çünkü bi şarkı göndermişti. Doğrusu uyduruktan bi şarkıydı biraz, pek yorum yapmadı, ama bana Shania Twain'in You're still the one I belong to, the only one I dream of, still the one I want for life!... şarkısını anımsattı. (Ve gönderdim bunu anımsattı diye. : D Ama yok ya, o kadar uzun bi geçmişimiz yok  : p : ))


Simon kızları şu kategorilere ayırırmış:


1. Statüye, mevkiye tapanlar 
2. Paraya tapanlar
3. İlgi manyakları
4. Deli olanlar
5. İyi olanlar
6. Çok iyi olanlar


Ben ise 5.5 muşum... 6 da olabilirmişim henüz emin değilmiş : ) (Bu arada 6. kategoriye sadece Veronika girermiş, onun yurtdışındayken çıktığı Polonyalı kızarkadaşı. Hmmm!..)


Ben ya ben? Erkekleri nasıl kategorilere ayırıyorum?


Hmmm... Bu da mim konusu olsun! Ben sonra cevaplayayım...


Erkekler;


Kızları nasıl kategorilere ayırırsınız? (Bunu yaparız evet, değil mi? Biriyle tanıştığımızda, bir sohbet ettiğimizde, yalnızsak ve bir sevgili de arıyorsak...Zihnimizde...Böyle bir ayrım vardır, devam edip etmeyeceğimizi belirler belki de!)


Kızlar;


Ya siz? ; ) ; )

Mimlenenler:


LİMBOLİN


PİTİSCE


SPOT IŞIĞINI ARAYAN KIZ


BY IZOCIN


STUMMSCREAM


SPOTLARIN UZAĞINDA


HAYALLERİN PEŞİNDEN KOŞAN KIZ


DERİNLİK SADELİKTEDİR



Mim -İlk Defa Bu İşlere Bulaşıyorum ZAMAN TÜNELİNE GİRELİM Bİ!

İtiraf: Daha önce beni mimleyenler olmuştu ama ben üşengeçliğimden, ya da o zamanlar belli bir tema çerçevesinde bu blogun ilerlemesini istediğimden hiç girişmemiştim. Kısmet sevgili Limbolin'e imiş. : ))


Geçmiş zamana gidiyoruuuuuuuuuuuz!...

Geçmiş zamanda kiminle yaşamak istiyorum kim olmak istiyorum?

Of!...

Bak şimdi çok heyecanlı bu...

Uzun uzun yazmak isterim; ama lanetli bir raporu yetiştirmeye çalışıyorum.

Marilyn Monroe olmak istiyorum, ama Madame Curie de! Napıcaz? (Ayrıca blog'un isminden belli değil mi? : ))

Başkalarını da mimlemem gerekiyor şimdi dimi?

Devam edicem...