Bu blog'ta yazılanların her hakkı yazarın kendisine aittir. Kaynak gösterilmeden ve izni olmadan hiçbir yerde yayınlanamaz.

BALODAKİ DAVETLİLER

Popüler Yayınlar

4 Ekim 2010 Pazartesi

Onunla Çıkmak En Sevdiğim Filmdeki Başrol Oyuncusunun Değişmesi Gibi!

Son birkaç günde yaşananlar arasında en dikkat çekici olan şüphesiz ki Keanu Reeves ile görüşmemdir. Onu, görüştüğüm günün ertesindeki notlarımda şöyle betimlemişim:

"Muhteşem yüz hatları var..."

"Biliyorum Kültigin'i de öyle betimlemiştim... Keanu daha farklı..."

"Bir erkeğin yüzündeki şu "erkeksi hatlar" konusunda Tanrı çok cömert davranmış ona..."

Ayrıntıya girecek olursak; hafif yamuk/kavisli fakat çok güzel bir burnu var. Yanaklarının çöküklüğü, elmacık kemikleri, çenesi, gözlerindeki gizem (O uzakdoğu havasının verdiği derinlik)ve dudakları mükemmel.

"Heykeltraş olsam böyle bir erkek yaratırdım..."


Yüzü böyle. Gerçekten çok farklı. Ona benzeyen hiçkimseyi tanımadım ben. Sadece biraz Keanu Reeves'a benzetilebilir; o da tam değil çünkü Keanu the Turkish, Keanu the American'dan çok daha yakışıklı. Unutulmayacak bir yüz bile diyebilirim; ve kesinlikle klasik yakışıklı kavramlarıyla da örtüşmüyor; bir Leonardo di Caprio değil mesela. Daha egzotik, ve daha anlamlı...


İşte böyle birisiyle buluştum ben. Boyu uzun değildi ama bu bana hiç batmadı. (Belki de ilk defa.) Çünkü minyon değildi; vücudu da yeterince erkeksiydi. Ve 1.68 boyumun topukluyla 1.76 olmasına ve neredeyse onu geçmeme rağmen, bundan rahatsızlık duymadım. (Ama o sanırım duydu :) "Düz ayakkabı giy!" diyordu en son. :))

İnternetten Birisiyle Buluşmak

Onu internetten tanıyorum; daha doğrusu saçma sapan bir internet oyunundan. İlk önceleri öylesine konuşuyordum sonra uzun sohbetler yapar olduk. Onunla buluşmaya hiç ama hiç sıcak bakmıyordum; çünkü 'internetten birisiyle buluşmak' kaçındığım bir şey. (Daha önce yapmadığım şey değil ama. Gene de hoşuma gitmiyor.) Ben tez yazma aşamamda sinir krizleri geçirirken benim için sabahlayıp word'te mahvolan bazı şeyleri tekrar düzene sokmama fazlaca yardım etmişti, sabırla. (Bkz: Yardımsever erkeklerin çekici olması) Doğal, içten bir hali vardı; zaman zaman belki fazla doğal. Gene de 'kaçın kurrası' bir izlenim vermiyordu; kendi halinde bir insan gibi duruyordu. Buluştuğumda da öyle olduğunu fark ettim.

Italyano T.'nin 'Düz' Oluşu


Aslında ben çok 'düz' insanlardan hoşlanmam. Isadora'dayken de Fransız Kültür'den tanıdığım ve bir nevi 'çıkayazdığım' çocuk da; Italyano T. diyelim kendisine, öyleydi. 'Düz' bir tipti. Hayattan çok fazla beklentileri olmayan, kendi içinde huzurlu, kalbi dingin, muzurluktan çocuksuluktan çılgınlıktan ve bu gibi şeylerden uzak, olgun  bir insan. Ben fazla hayat dolu, fazla heyecanlı kalıyordum yanında. Bir süre sonra ise bu bana kendimi "Ulan bende mi bir sorun var?" hissettirmişti. :) O her şekilde uyumlu, her şekilde anlayışlı, hiçbir şeye pek fazla sinirlenmeyen, her şeyi olduğu gibi kabul eden bir tipti. Bense ateş gibiydim onunla kıyaslanınca. Ateş ve su yan yana durur mu? Su söndürür ateşi... İşte o yüzden uzaklaştım ben de ondan; daha doğrusu o benden. Veya; karışıktır bu işler "Giden mi ilk terk eden yoksa kalan mı? Giden gitmiş midir zaten?" meselesi. Uzunca süre 'takılmıştık'. Ele ele tutuşmak ya da fiziksel herhangi bir temas olmadan; her yere beraber gitmiş; sinemada "Zaman Yolcusunun Karısı"nı izlemiş; aile dostlarının cafe'sinin açılışına beraber katılmıştık... İşte öyle. Yalnız onda sevmediğim bir şey daha vardı; daha doğrusu yoktu. O erkeksi, keskin yüz hatlarından (yoktu). İri(kaslı değil hantal) vücutluydu. Fakat bu işin olmamasında asıl sebep fiziksel özellikler mi yoksa kişilik özellikleri mi, hangisi ağır bastı bilemiyorum. Bir de en çok beni sinir eden "Amerika'da doktora yapacağım, Harvard'a başvuracağım." dediğimde, bu isteğimi küçümsemesi olmuştu. Yok, yapamazsın, vs. Bu yorumu ona söyleten belki de benden ayrılmama isteğiydi; bilemiyorum, o zamanlar bu kadar empati kurabilen bir insan da değildim. Neyse... O da öyle bir hatıra şimdi; Isadora günlerimden. "Mazi kalbimde bir yaradır" gibi. Alıştığımız insanlar nasıl da bir anda süzülüp gidebiliyor günlerimizden? Günbatımı, bir dağın tepesinde, bir bakıyoruz yoldaşımız ya bir at ya bir köpek; Red Kit gibi kalıyoruz öylece.



 When I was a little girl...

Böylelikle İtalyano T.'yi de anmış oldum. Mutlu olmasını isterim. Her ne kadar o şimdi benim yüzümü görmek istemese de. Küçükken konuşkan, şakacı ve muzur bir kızdım ve annemin işyerindeki çalışanlardan bir abi; "bu kız çok can yakacak" demişti. Bazen düşünüyorum hakikaten öyle mi? Bazen görüştüğüm erkekleri bana aşık edecek bir tılsımımın olduğunu bile düşünüyorum; çünkü öyle söylüyorlar; özel olduğumu, evet bunu çok duydum. Peki neden acı çekiyorum öyleyse? Neden bu denli hüzün ve güçlü olmakla güçsüz olmak arasında med-cezirler; ve özgüvenli duruşun altında inanılmaz kırılgan bir kız çocuğu; kendine güvensiz; küskün; ağlamaklı. Duvarın kenarına sinmiş, dizlerini kendine çekmiş, başı öne eğik bir çocuk var; onu, ne yapsam iyileştiremiyorum. İyileşir gibi oluyor bir süreliğine; sanki gidiyor dışarı, arkadaşlarıyla oyun oynuyor; gülüyor; güneşin altında yeşil bir yerlerde koşuyor, annesinin sesini duyuyor, babasıyla sohbet ediyor, mutlu... Evet o kız arada bir böyle hareketleniyor ve sonra onu yine aynı yerde; o duvarın dibinde buluyorum. "Ne oldu?" diyorum, konuşmuyor. Düğmesine basınca birden hareketlenip dans eden ve sonra süresi dolduğunda tekrar o hareketsiz konumuna dönen oyuncaklar gibi. Sen oyuncak değilsin ki...




İtalyano T., her tatilde "Avrupalara" giden; bilim sohbetleri yaptığım, kültürlü, kaliteli, zengin, anlayışlı çocuk. İtalyanca bilir. Jazz'dan anlar. Ama "benlik" değilsin bir şekilde. Bana göre değilsin çünkü benim kalbim senin gibi huzur dolu bir insanınkine göre fazla uğultulu. Ve sen, buna çok uzak olduğun için; bunu iyileştiremezsin. Sadece yatıştırırsın belki; bir süreliğine. Ama anlayamazsın...

İtalyano T.'nin, onunla henüz pek samimi olmadan önce annesi ölmüştü. Baş sağlığına gitmiştim. Babasıyla, ablasıyla vs. tanışmıştım öylelikle. İtalyano T.'ye sarılmıştım. Pek fazla şey söylememiştim çünkü söyleyecek fazla şey yoktu. İtalyano T. daha sonra bu konuyla ilgili benimle hiç konuşmadı...

Yaralı İnsanlar

Ben 'yara'lı insanları severim. Kusurlu insanları severim. Bunlar gerçektir. Bunlar bir yaşanmışlık göstergesidir. Orion'ın da küçükken babası ölmüş ve Orion baba olmayı çok fazla isteyen bir insandı. Orion'daki 'yara' derindeydi ama kendini ortaya çıkardığı anlarda çok anlamlıydı. Onun o şımarık ve ukala, o sosyete çocuk halinin tavırlarının yanında, ben onun kadar anlamlı bakan gözler görmedim, yemin ediyorum. Çok mu güzel? Hayır değil ama onun o gözlerindeki masumiyet ve hüzün hiç gitmiyor aklımdan. Bende ona aşık olma duygusunu en çok uyandıran bu belki de. Cemal Süreya'nın şiirlerini çağrıştırıyor olması onun, bir şekilde.

"Annem çok küçükken öldü

Beni öp, sonra doğur beni."
 
Back to Keanu

Güya Keanu'yu anlatacağım ama ona sıra gelene kadar ne çok erkekten bahsettim. :)) Keanu'ya dönelim; Keanu şu an bana çok hayran. Bu hoşuma gidiyor ve gitmiyor da, aynı zamanda. Ona çok fazla ümit vermedim; onunla görüştüm sadece ve hatta ve hatta açık açık böyle böyle bir çocuğa aşıktım, onun yüzünden üniversite boyunca kimseyle sevgili olmadım, anlamına gelecek cümleler de kurdum. Kartlarımı açık oynadığımı düşünüyorum. Fakat; kimsenin de duygusuyla oynamak istemem. O bana karşı hislerini 'hoşlanma' derecesinde tutabilseydi; sorun olmazdı ama aşık olmaktan bahsetmeye başladı bile. Bir de çok güzel buldu. "Gerçekten o kadar güzel misin yoksa ben beynim başım döndüğü için bu kadar etkilendiğim için mi senden, öyle görüyorum?" tarzı şeyler söyleyip durdu. (Hah! Ne demek yani şimdi? :p:P) Bi tane de aktris'e benzetti (genelde benzetirler) ama Pucca'nın kimliği fotosu vs. açığa çıktıktan sonra bana iyice bir paranoyaklık geldi eşgal vermek istemiyorum. :) (Pucca'yı okuyan kişi sayısının yarısının 10'da birine ulaşmaz benim blog'um ama; gene de 'to be on the safe side'. :)
 
Keanu beni mutlu etti... Bir şekilde hoş muhabbet kurulabilecek bir insan; bi iki şeyine aşırı sinir olsam da. Saygılı, anlayışlı, güzel davranan, değer veren birisi. Açık sözlü görünüyor, içten. Mutlu etmek için de çabalayan bir havası var. Ne istesem yapacaktı neredeyse.
 
Önce buluştuk bizim oraya yakın caddede. Bir telaş bir telaş; sıkışmış meğersem, lavaboya gidecekmiş. Bekletti de beni ha. Park yeri bulamamışmış. 10 dakka falan bekledim, girdim bir dükkana parfüm denedim o sırada. Buluştuğumuzda suratının fotolardakinden çok çok daha hoş olduğunu fark ettim hatta suratına sadece bakmak bile bir sanat eserini inceliyor olma duygusu yaratıyordu. Şurada şöyle şöyle bir kebapçı var oraya gidelim, dedi. Biraz sinir oldum; çünkü ben genelde daha işlek daha hareketli yerleri tercih ederim. Neyse oturdum. İlk, baya bir gergindim sanırım. O da bunu fark etti. Tantuni yedik. Biraz işinden biraz kızkardeşinden filan bahsetti. "Enişteni seviyor musun?" diye sordum, öylesine. Bozuldu, bir garip oldu; sorup soracağıma pişman oldum. Niye sordun, falan dedi. Meğer pek sevmezmiş. Bir sorunu da yokmuş ama kızkardeşi okumadı, hemen evleniverdi diye kızıyor ona. Sonra fotolarımdan biraz daha farklı olduğumu söyledi; ben ona diyetisyene gideceğimden ve son sene çok kilo aldığımdan bahsetmiştim; kilolu bulmadı beni. (Siyah giymemin de etkisi olmuştur sanırım :)) Fotolarına benzemiyorsun deyince ben bozuldum tabi. Bu tıpkı "Ay sen ne kadar fotojenik bi insansıııın!" gibi oldu; yani aslında suratına bakılmaz ama her nasılsa fotolarda bi halta benzeyebiliyorsun, eferin, gibisinden. Fotoların bi kısmı daha zayıfken çekilmişti, dedim. Sonra dişini fark etmemiştim, dedi. Benim bi dişim hafif yamuktur; haylaz çocuk dişi gibidir. Ve özellikle düzelttirmemişimdir bu dişimi; ilkokuldan beri çok severim. Ben de ona aynen böyle dedim; ben seviyorum o dişimi dedim; ben çok kusursuz suratlardan hoşlanmam; onlar gerçek değildirler, onlar barbie gibidirler dedim. Hem ağız, burun çok düzgün, hem gözler öyle; işte öyle suratları sevmiyorum ben dedim. Senin suratın gerçek değil o zaman, dedi. (Burada biraz toparladı. :)) Benim de dişim yamuk işte, dedim. Güldüm. :) Son fotomun benzediğini söyledi. (O fotoyu özellikle çok beğenmişti.) Sonra pozlarımda genellikle sola dönerek baktığımı söyledi; evet öyle burnumun daha güzel gözüktüğünü düşünüyorum sanırım, öyle değil mi? dedim. "Evet, estetik mi?" dedi. (Hayır, tabi ki değil. Ama bu soruyu sorması onun ne kadar hödük olduğu konusunda bi fikir veriyor, değil mi?) Sonra, kebapçı faslını kapatıp; yakınlarda daha değişik bi mekana geçiyorduk ki ben birden hadi Downtown'a gidelim, dedim. Downtown arabayla yaklaşık 15-20 dakika uzaklıkta bir yer; ama ilk kez buluştuğum biri olduğu için; kendi kendime önce bu teklifi biraz cesur buldum; çünkü arabasına bineceğim falan. Sonra ise "Amaaan dedim, güzel bi akşam geçirmek istiyorum, cesursa da cesur; n'apayım yani? Downtown'a gidelim dediğim için hakkımda 'kaşar' diye mi düşünecek? Düşünürse de düşünsün o zaman, yani!" İşte, bu iç hesaplaşmalar oluyor bende. Toplum baskısından dolayı, kendini kalıba koyma zorunluluğu. "Bu davranışım acaba kalıbın dışına çıkıyor mudur?" muhakemesi. Sonra arabasını park ettiği yere doğru yürüdük. Tam bilmem kaç model bir kirli sarı renkte Murat 124'ün önünden geçerken; kusura bakma arabam biraz pis, dedi. " Olamaz, dedim, bu mu yoksa arabası? Yok artık. Şaka di'mi? Biraz da öyle bi utanarak söyledi ki, ben içimden, kesin bu, n'apalım, başa gelen çekilir, dedim. Sonra arabasının gayet son model ve üstü pencereli cinsten bir X model olmasını fark etmemle, baya bir rahatladım. Oh dedim, arabayla gezicem, ne güzel ne güzel. Bir de ben üstü pencereli arabalara bayılırım. Bunu ona söyleyince hemen açtı tabi o pencereyi; ben de radyodan bir yabancı pop müzik kanalı buldum. Ve rüzgar esintileri eşliğinde Downtown'a vardık; ışıklı camilerin önünden geçtik; daha önce gittiğim yerlerden; gecenin içinden; hatıralarımın arasından; çocukluğumdan; düşlerimden geçtik... Çok mutlu olduğumu fark ettim. Kendimi bu cesurca tekliften dolayı tebrik ettim içimden. Çok doğru bir karar, dedim. Aynadan makyajıma baktım (göz kalemi ve ruj vardı) rujun silinmiş olduğunu fark ettim; kendimi o kadar güzel bulmadım. Gene de bunu sorun etmedim. Dikiz aynasına baktığımda ağzımı ve burnumu çok beğendim. "Beğendin di'mi arabamı?" dedi. Evet, dedim. Gülümsedim. "Öyleyse hep gezdiririm seni ben bu arabayla" dedi, "He he, kendimi küçük kızkardeş gibi hissettim." dedim. Ve sonra Downtown'a vardık. Biraz park yeri arayışına girdik. Sonra bulduk. Eski okulumun önünden geçtik; bilindik bi okul olmasına rağmen, onun bilmiyor olması dikkatimi çekti.

Back to Orion

...Halbuki dedim, Orion olsa, bilip bilmeme gibi bir sorun olmazdı; çünkü Orion zaten benden çok şey bilirdi; ve bir de aynı okulun mezunuydu. Fakat bunun üzerinde çok durmadım. Orion'a karşı da öyle inanılmaz bir özlem, "Kimse yerini tutamaz Oriooon..." duyguları hissetmedim. Ne olursa olsun, ben o akşam, Keanu'nun tüm kusurlarına rağmen; yaşamaktan ve orada olmaktan; kendimden; tüm yaptıklarımdan; ve kısacası her şeyden memnundum.
 
Sonra yürüdük. Girecek bir yer aradık. Ben onu daha önce benden yaşça büyük kız arkadaşlarla gittiğim ve şurada anlattığım Blues Bar'a götürecektim. Sonra birden bire fırladı girdi bir yerden içeri. Fırtına gibi. Ne olduğunu anlamadım! :) Ha, sinirlendim bi de. Kebapçı birdi. Bu iki. Üçüncüsünde ben yokum! diyordum içimden ki... Mekana girer girmez aşık oldum, ona değil; mekanın kendisine. :) Mekana girdiğimiz anda 70'ler disko müziklerinden bir şarkı çalıyordu; ortada ışıklandırılmış fakat boş bir pist; solda Amerikan bar; sağ tarafta piknik masası gibi şirin, renkli masalar ve bir kalabalık, pistin bittiği yerde ise bir "Dj masası"  ve Dj masasında ise yüzünde tuhaf ve büyülü bir gülümseme olan; şişman, uzunca lüleli saçlı; çizgi filmden çıkıp gelmiş gibi bir adam. O mekana nasıl yakışmıştı bu adam, anlatamam! Bir yer bulduk, oturduk. Her zaman yaptığım gibi duvarları incelemeye başladım. Arkamı döndüğümde bir de ne göreyim; KÜÇÜK PRENS! O tuvalete gitmişti (benimle birlikteyken çok sık tuvalete gitti.) Döndüğünde Küçük Prens resmi var, benim en sevdiğim kitap karakteridir, dedim. Ne kitabı o, çocuk kitabı mı? dedi. Hiçbir şey gibi; bunu da duymamıştı, bilmiyordu. O an ona çok sinirlendim; bu kadar yakışıklı olup da bu kadar bilgisiz, kültürsüz, renksiz olmak bir suçtu düpedüz! O an işte Orion'ı hatırladım iyice. Ve evet, doğru filmdeyim; ama başrol oyuncusunu çıkarıp yerine alakasız bir adam getirmişler, dedim. Aslında bunu o an düşünmedim; fakat ertesi günü olanları Salma'ya anlatırken bu cümleyi kuruverdim; en sevdiğin filmdeki başrol oyuncusunun değişmesi gibi bir duygu, Salma..."dedim, okulun kampüsünde buluştuğumuzda. O da Leon'da Jean Reno yerine başka birinin oynaması gibi mi? dedi. Evet, düşünsene mesela Jean Reno yerine Leonardo Di Caprio'yu oynatmışlar? dedim. O da Mahzun Kırmızıgül'ü hayal etsene, eh heh heh, dedi. Evet, dedim. Düşün, dedim; kurgu, senaryo, mekan, her şey aynı. Ama AYNI olur mu? dedim. Farz edelim ki replikler bile aynı, gene de AYNI MI? dedim. Beni anladı. Anlaşıldığımı anladığım anlarda duyduğum o benzersiz mutluluğu hissettim.


 
Keanu Reeves'i tarif ederken; alışılmamış bir 'güzellik' (yakışıklılık) dememe karşın; karakter olarak alışılmış yakışıklılıkta birini (Leonardo'yu) örnek vermem, tuhaf bir çelişki öyle değil mi? Ama öyle. Öyle biri. Özel bir dış görünüşe sahip olan fakat bunun yansımasını içeride göremediğimiz biri. Ses tonu da biraz kaba hem. Ben diyorum hep ses ruhun yansımasıdır diye. Belki de gerçekten öyle. Kültigin'in de kaba saba bi ses tonu vardı. Keanu da biraz Kültigin kıroluğunda bir kişi. İkisini çok fazla benzetmek doğru olmaz; zira, bence, Keanu insan olarak daha düşünceli daha ince davranan biri. Daha iyi bir insan, diyebiliriz belki. En azından bir şeylerin de farkına varabilen biri. Ben Kültigin'de tamamen yok olduğumu hissetmiştim. Yani iyi özelliklerimin farkına varılmadığını; 'underestimate' edildiğini. 'underappreciate' edildiğini. Keanu da, tesadüfe bakın ki 'yaralı' sayılabilecek biri. Ama onun, buna bakış açısı benim aşık olunası bulduğum türden değil. Çünkü çok düz. Olayları değerlendirme biçimi; ve duygularını ifade edişi. Onda hiçbir şiirsellik bulamıyorum. O benim Batman'im ya da Red Kit'im olamaz. Bug Bunny'im de olamaz! :) (Platonik takıldığım asistana bu lakabı takmıştım ;))
 
Neden yaralı diyorum? Çünkü evlenmiş ve boşanmış. Ve hala bunun hüznü içerisinde. Vicdan azabı duyduğunu söyledi. Neden? dedim. Çünkü toplumun evlenmiş boşanmış kadına bakış açısı malum, dedi. Bu kadarcık. Yani bu konuyla ilgili anlatabilecekleri, söyleyebilecekleri... Hepsi bu. Bu kadar basit; bu kadar gelenekselci, bu kadar saçma. Kadın baya zenginmiş; birkaç kere de bundan bahsetti. Tanınmış bir özel üniversitenin mezunu bir kız; bunun eski patronunun kızı. Düğünlerini bile, her şeyi; kızın babası planlamış; tüm ayrıntılarına kadar. Bu pek bir şey yapmamış, anladığım kadarıyla. Düğünleri kızın babasının evinin bahçesinde olmuş. Küçük bir düğün müydü? dedim. Arazi baya büyüktü :) dedi. Bunun konusu da biz Downtown dönüşü bir kahve içmeye karar verip Starbucks'ta oturduğumuzda, önümüzdeki caddeden gelin arabası ve peşinden korna çalan çoşkulu arabalar geçerken açıldı. Hiç sevmezmiş böyle şeyleri; seramonileri falan. Sevmeye sevmeye mi evlendin? :) dedim, bunları anlattı. Sonra konu bana geldi; buluşmadan önce söylemiştim zaten; bu aralar biraz bunalım'ım demiştim. Hatta e-iyi, içmeye gidelim o zaman, falan olmuştu tepkisi, yok dedim, içmem ben pek. Neyse sonra ben biraz bir şeyler söyledim. Bir çocuk vardı, sonra Isadora'ya gittim...vb. Hiçbir tepki vermedi. Ben de sinir olurum öyle anlat anlat dedikten sonra tepkisiz kalan ya da bi-iki kelimeyle geçiştiren tiplere. Çünkü benim her zaman söyleyecek bir şeyim vardır; karşımdaki bana bir şey anlattığında; ve her zaman da onu iyi hissettirecek şeyler söylemeye çalışırım; ama basma kalıp değil. Düşünürüm gerçekten o konu hakkında. Hikayenin içine girerim. Ve yorum yaparım. Hayatla ilgili çıkarımlarda bulunurum bazen; bazen insan psikolojisiyle ilgili, ve bundan da keyif alırım. Motive edecek bir şey söylemişsem; ve karşımdakini iyi hissettirebilmişsem, mutlu olurum bundan. Ama herkes öyle değil sanırım. Ve sonra bir laf etti ki, ben iyice sinir oldum; sonuçta dedi, herkesin böyle 'birisi' var, herkesin bi 'aşk hikayesi' herkes çift oluyor sonuçta 'çiftleşiyor eh heh' ve hepsi aynı geliyor bana. "Hepsi aynı geliyor bana" NE DEMEK YA? Anlat dedin, anlattık; senin hikayen de farksız, ne yani, bu mu yani, yorumu yapmak için mi anlattırdın bana? Bu nasıl bir umursamazlıktır? Evet bu dünyada herkesin bir yakınları ölüyor ama bu konu hakkında demiyoruz değil mi "Ah herkesin bir şeyleri ölüyor sonuçta, bu mu yani senin kafanı bu kadar meşgul eden, of çok duydum bu hikayeyi, hepsi aynı geliyor bana!" demiyoruz, öyle değil mi? Çünkü başkalarının da benzer şeyler yaşamış olması o 'hikayenin' üzüntü verici olmaması anlamına gelmez. İlla çok ekstrem bir 'senaryo' mu olması gerek? Film izliyor sanki mübarek. Yani benim en çok nefret ettiğim şeylerden de biridir ayrıca, başkasının acısını küçümsemek. Bir çocuk, en sevdiği oyuncağını kaybetmiş olabilir ve bu belki size göre çok basit bir şeydir. Oyuncak sonuçta. Ne ki. Ama o an onun için öyle değildir işte; o an o çocuk orada ağlıyorsa; gözlerinden yaşlar akıyorsa; ve suratını asmışsa ve mutsuzsa o acı onun için gerçektir. Ben çok ciddiye alırım böyle şeyleri. Her türlü üzüntüyü ciddiye alırım; ve oturur, uzun uzun dinlerim; anlarım da. Üzüntü gerçektir. Çok gerçek bir duygudur bu, arkasındaki hikaye ne olursa olsun.
 
Ve bir de üslup da çok önemli tabii; "Şimdi sana dünyanın en büyük acısı gibi geliyor ama inan bana unutuluyor,bak herkes yaşıyor sonuçta böyle şeyleri" demek var bir de "hep aynı hikaye!" demek var. Öküz. Hayır, o an, nasıl oldu da tepki göstermedim ona şaşırıyorum. "Tabi, evlenmiş boşanmış olmak daha derin bir şeydir..." dedim anlayışlı bir ses tonuyla. O da işte bu platonik aşk yüzünden 4 sene kimseyle sevgili olmadığımı duyunca, düşündüğümden daha derinmiş, gibi bir laf etti, toparladı biraz!...
 
Neyse ben gene Downtown'da gittiğimiz yere dönmek istiyorum; çok eğlenceli bir yerdi ve Keanu'yu en çok sevdiğim an da onunla dans pistinde hırslı bir şekilde dans edenlerin dedikodusunu yaptığımız an oldu. Orada gerçekten eğlendim; çünkü gözlem yeteneğinin fena olmadığını düşünüyorum. Ayrıca gerizekalı bir tane salsacı çocuk vardı "I fuck on the first date" yazılı bir t-shirt giymiş ve kendini dünyanın en seksi'si zanneden. O geceden hatıra. Bir de onu hiç unutmayacağım sanırım. Bir de, duvarlardaki değişik tablolar; tam ortadaki o harika disko topu; Türk filminden fırlamış gibi ve neşeyle dans eden kızlar; pistten her an Tarık Akan çıkacakmış hissi; bana bakan erkekler; önümdeki birayı bitirmemem; bir ara dışarı çıktığımızda bana ettiği çok sempatiksin ve çok tatlısın temalı iltifatlar ile Testere'nin yenisi geliyor; bana eşlik eder misin sorusu ve bence yamuk dişin sana çok yakışıyor demesi, sonra... Sonra işte tüm şarkılar... O tuvalete gittiğinde fark ettiğim Orion'a benzeyen yeşil gözlü çocuk; pistte değil; yerinde kalanların içerisindeydi. Mahsun duruyordu. Beni gördü mü bilmiyorum, bilmiyorum fark etti mi. Ortama bir erkekle gelmişken, fıldır fıldır etrafa bakınan bir tip de olmak istemedim doğrusu. Ama gene de bazı çocuklar çok hoş geldi; özellikle kumral-sarışınımsı olan birkaç tane. Yahu gerçekten bende sarışın fetişi mi var eheh, dedim hatta bir ara (Gel gel sarışınım gel...Gel sana aşığım g-e-e-e-e-l... :)) İşte böyle. Daha sonra bir ara "All that she wants; is ANOTHER, baby, she's gone tomarrow, boy" çaldı. İçimden bu şarkı sana gelsin, Keanu, bak bu şarkıyı iyi dinle dedim. Bütün şarkılara eşlik ettim; hemen hepsinin nakaratını ezbere biliyordum çünkü. Bazılarınıysa baştan sona. Bu Keanu'nun da dikkatini çekmiş. Nedense bu özelliğim bütün erkekleri çok etkiliyor. :D İşte öyle şeyler. İşte öyle muhteşem bi akşam. Tek farkı; karşımda Keanu değil; Orion oturuyor olmalıydı. O dans ederdi de; eşlik de ederdi; neşeyle gülümserdi; şakalaşırdı ve belki Hadi ama Baby Jeans, gel bak bu şarkı çok eğlenceli deyip;beni belimden tutup dans pistine götürebilirdi. Ben ona dans pistinde yeniden aşık olabilirdim... Gözlerinin içine bakardım ve içimden "Tanrım! Daha mutlu olamazdım! Şu an, şu koskoca dünyada şimdi burada seninle olduğum kadar" derdim. (Soundtrack: Wish I knew what you were looking for, might have known what you would find -Bildiniz mi? "Under the Milky Way" Donnie Darko'da Gretchen ve Donnie birlikte olduktan sonra merdivenlerden inerken çalar.) "Under the milky way tonight... Under the milky way tonight..."
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Evet işte böyle. Zavallı, kafası karışık Donnie. Gretchen onu anlayabilecek birisiydi. Eğer soul mate diye bir şey varsa; oydu belki de. Ben de Donnie kadar kafası karışıktım, Orion bana geldiğinde...

Sonra ise gitti.

Neyse, her şeyi en baştan anlatmaya niyetim yok.

Hepsi aynı kapıya çıkıyor. Ve hepsi bir 'çıkmaz'. Çünkü ona bazı şeyleri açıkça söylemezsem; ona yeniden erişemem; ve ama bazı şeyleri açıkça söylersem de oyunu baştan kaybetmiş olurum çünkü hiçbir erkek ona sırılsıklam aşık birine aşık olamaz. "Senden hoşlanıyorum ama; her an fikrimi değiştirebilirim, bebeğim" tarzı takıldığında deli divane oluyorlar evet, ve kapris yaptığında, ve bencilce istediğinde.

Manyakça biraz ama; zaman zaman onun da beni düşünüyor olabileceğini düşünüyorum; onun da aradığını bulamadığını çünkü aslında yanlış yerlerde dolanıp durduğunu. Tuhaf ama facebook'taki şu anki profil resimlerimizi yan yana düşledim ve çok yakıştığına karar verdim; tuhaf ama içimden bir ses arada ismimi aratıp en azından profil fotoma baktığını söylüyor. Aşıkken ne kadar da optimistiz değil mi? Hep en mükemmel ihtimal üzerinde durmak, böyle bir şey olsa gerek. Ona bir mesaj yazıp içimdekileri dökebilmek isterdim; ama o zaman kaybeden ben olacağım biliyorum. Belki de gerçekçi gelmeyecek; beni hayatında kaç kere gördü ki, diyecek. Belki de haklı. "I shut my eyes and all the world drops dead/I think I made you up INSIDE MY HEAD" (Sylvia Plath) Belki de benim kafamda bir senaryo bir de karakter vardır ve inatçı bir yönetmen gibi hep Orion ihtimali üzerinde duruyorumdur; yapsa yapsa Orion yapar; Orion kotarır bu işi; bu rolün hakkından Orion gelir!..

Her şey olabilir. Bu da olabilir.

Bir Mathilda hüznüyle bitiriyorum bu yazıyı da. Keanu ile ilgili yazmadığım bazı detaylar; bazı ilginç olabilecek konuşmalar; bazı dilime dolanan şarkıları es geçerek.

Mathilda: I've decided what to do with my life. I wanna be a cleaner.
Léon: You wanna be a cleaner?
[passes her a gun and bullets]
Léon: Here, take it. It's a goodbye gift. Go clean. But not with me. I work alone, understand? Alone.
Mathilda: Bonnie and Clyde didn't work alone. Thelma and Louise didn't work alone. And they were the best.
:(
Ve son olarak: You might trick your lovers, that you're wicked and divine. You may be a sinner, but your innocence is mine.


I want to reconcile the violence in your heart.

I want to recognize your beauty is not just a mask


I want to exorcise the demons from your past

I want to satisfy the undisclosed desires in your heart...



Bu şarkı da Orion'a gitsin.

15 yorum:

  1. Arada bir Orion'ın face'ine bakıyorum. Kapalı tabii. Arkadaşlarına bakıyorum; bir ortak arkadaş bişiy denk getirebilir miyim diye. Arkadaşlarının hepsiyle arkadaş olsam da onun penceresinde sağda belirse diyorum; "Baby Jeans'i arkadaş olarak ekle" yazısı. Pf pff..Ayrıca listesindeki kızları inceliyorum görebildiğim kadarıyla profillerinden. Acaba bununla arasında bişiy var mıdır, fln. Çok piskopatça, evet, farkındayım.

    :(

    not: Keanu aramış ama duymadım. Kontörüm yok, geri arayamıyorum.

    YanıtlaSil
  2. "Selmin, şimdi sen aşk mücadelesinde değil; mücadele aşkı içindesin." -bir kitaptan

    !!!?!

    YanıtlaSil
  3. eğer yaşadıklarını ben yaşamış olsaydım ve yaşadıklarım hakkında bir yazı yazsaydım ancak senin düşüncelerin gibi yazabilirdim. düşüncelerimizin bu kadar benzemesi çok şaşırttı doğrusu. erkeklerin ince fikirli olması gerektiği ve sarışın erkeklerin çekmesi vs. ki şiddetle katılıyorum bir erkek az da olsa şair ruhlu olmalı ya da müzik onu düşündürebilmeli, duygulandırabilmeli ve kesinlikle çok bilgili olmalı! seni şaşırtabilmeli.


    Her neyse. Eğer gerçekten benziyorsak ve Keanu ile küçük bir ihtimal birlikte olmayı düşünüyorsan bile bundan çabucak vazgeçiceksin.Eğer aklında biri varsa -ki var- yerine gerçekten birini koyamazsın. Önce aklından ve özellikle kalbinden onu "tamamıyla" atman gerekir. Zor olsa da..

    YanıtlaSil
  4. Merhaba Lilly. yorumuna sevindim. En emek harcayarak yazdığım yazılarımdan biriydi; fotoları şarkıyı vs. özenle seçtim; o yüzden en azından birisinin okuması beni mutlu etti :)

    Keanu'dan vazgeçtim bile. Çünkü o bana 'hafif' kaçıyor. Benim istediğim rolün hakkını; altını yeterince doldurmuyor. eksik kalıyor. beni şaşırtacak ya da bana öğretecek pek fazla bir şey yok onda. hiç yok belki de. zaten benim daha bilgili kaçıyor olmam başlı başına pek iyi olmayan bir durum. bu durumda görselliğin de anlamı kalmıyor.

    fakat garip bi şekilde keanu'nun bana hissettiklerini; hissetmiş olabileceğimi düşünüyorum Orion'a karşı. ben de 5 sene önce, 17 yaşımda, Orion'ın yanında ondan çok daha az bilgiliydim sonuçta. ne bileyim...

    Keanu'nun bana olan duygularını dizginlemeye onu kendimden soğutmaya çalışıyorum. 'yedekte tutan' ve 'kullanan' kızlardan olmıcam. ama istesem Keanu hazırdı buna sanki...

    YanıtlaSil
  5. evet belki zamanında sen de Oriona karşı bilgisizdin ama bir erkeğin bilgisiz olması daha itici kaçıyor sanki. Ondan soğumak için başlı başına bi neden hatta.

    Orion"u 5 yıldır unutamaman da çok şaşırttı doğrusu. Bu denli bağlılık daha önce görmemiştim bi hemcinsimde :)

    Keanu"ya gelince o sana çoktan vurulmuş. Ne dersen yapabilcek bi durumda bence. Ama onu kendinden uzaklaştırmak en iyisi gibi.

    Orionla ne yaşadıin ya da nasıl ayrıldın bilemem ama bence onunla konuşmalısın. Sonucu iyi ya da kötü ne olursa olsun. Eğer bunu yapmazsan ondan hiç kurtulamaycksın çünkü :/

    YanıtlaSil
  6. bir de Keanu'yla ilgili sinirime giden; mesela çok coşkulu şimdi o; fakat benden şakayla karışık ve politik cevaplar gelince, pek tabii tatmin olmuyor, ve sık sık hatırlatıyor bunu bana 'bu ne soğukluk' vb. gibisinden; sürekli bi her cümlemi inceleme safhasına girdi, ki aşırı deli eder böyle şeyler beni; sonra şaka yapıyor "sende böyle otoriter havalar var, böyle bi despot.." hani şaka güya ama rahatsız oldum;sende şöyle sende böyle; e yeter ama, sevme o zaman "kimse sana beni zorla sev de aaaşık ol demiyor!" yani di mi? ayrıca bi çok iltifat etti, ama bi yandan da o kadar incelio ki "çok mu makyaj yapıosun sen?" fln..bööle şeyler. sadece gözkalemi vardı halbuki. yani böyle bir sürekli markaj altında hissettim kendimi; basbaya sinirlendim yani. ayrıca gecenin sonunda da "bi daa düztaban bi ayakkabı giy" demişti, bi .iktir git, diyesim geldi, afedersin!

    YanıtlaSil
  7. Orion'la olan hikaye de şaka maka 5sene olmuş neredeyse; ben de yazarken şöyle bi baktım, vay be dedim. Ondan başka kimseye bakmadım değil; kimseyle yemege çıkmadım da değil; sinemaya gitmedim de değil; ama kimseyle 'sevgili' olamadım işte. hep onunla kıyasladım, hep kaybetti diğerleri. her defasında da, yani her Orion kadar iyi olmadıklarını fark edişimde; Orion'a daha bi şiddetli döndüm.

    en son geçen şubatta facebookumdaydı; ama sonra sildi beni. ne diyebilirim bilmiyorum; onunla konuşmalıyım evet ama; aklıma gelen seçenekler çok gurursuzca.

    onunla pek bir şey yaşamadım; ama kendime, kalbime çok yakın bulmuştum; bi iki defa yalnız görüştüğüm, o zaman başka şehirde olan bi kişiydi. daha çok telefonlaşma vs. öyle kaldı, gizemli, maskeli bir kahraman gibi..

    YanıtlaSil
  8. vay be.. buna rağmen bu kadar bağlanmak çok tuhaf.. umarım mutlu bi şekilde sonlanır :)

    YanıtlaSil
  9. :) herhangi bi şekilde 'sonlanması' benim için yeterli. çünkü artık sonlanmalı. romeo must die! :)

    YanıtlaSil
  10. hadi bakalım hayırlısı diyelmim =)

    YanıtlaSil
  11. yardımsever erkekleri sadece yardım ve bilgisi için isteyen ne çok kız vardır. arada hep bir gerilim bırakırlar. ikide bir de seni sadece yardım için aramama kızmıyorsun di mi derler.

    keanu ne şaşkındır di mi. dünyaya kazara gelmiş gibi. neden ben der gibi.

    net sayesinde insan kendisine çok yabancı kültürde insanları tanıyabiliyor.

    when ı was a little girl başlığı altında anlattığın sen bence sensin. bir yanda sen var bir yanda da zihinsel sen. evet özelsin. tüm özeller gibi karmaşık, kaotik. ama sevilesi. iki çıkış var. bir, yaratmak, üretmek. tüm bilgini bir kanala aktarmak. ikincisi de, sevilmek. çaktırmadan sahiplenilmek. ve birlikte gelişmek. koşulsuz sevilmek. o zaman korkmuyor insan yetişkin olma aşamasına gelmekten.

    bence de seni senin zihnine sahip olup anlayabilen, kabul eden ve uğultusuz ama duyarlı biri iyileştirir. seni geliştirmekten korkmayacak biri.

    bazı insanlar gerçekten de masumdur, beyazdır, naiftir. ama bunu taklit eden de çok.

    keanu'nun yaraları senin tarz yaralar değil. derin yaralar değil.

    italyano, keanu. neyse ki bi orion varmış. anılarını ve hayal gücünü çalıştıran. :)

    geçmişin gölgeleri, içimizdeki şeytanlar, özlemler. doyumsuzluklar.

    herşeyi de biliyorsun. plath, leon, milky way, darko. kültür kumkuması seni :)

    kadın-erkek ilişkisi gerçekten de üzerinde düşünülecek en güzel konu. ve gerçekten de haklısın. herşey bir oyun.

    yorumlar yetersiz.

    kitaplar, müzikler, filmler, yabancı dil.

    yaşamın bu dördü üzerinde yükseliyor.

    kültürün ise ne türk ne de amerikan. avrupa diyebiliriz.

    kilo, yamuk diş. bir kültürel evrenin var, bir de gerçek sen işte. gerçek sen daha hoş. ama kültürel imgeler, simgeler yoluyla seni anlamak daha kolay belki.

    küçük prens. haklısın. bir de don kişot.

    yazdıkların üzerine günlerce yazılıp konuşulabilir. çok şey var yorum yapılacak.

    konuşuruz. yazışırız.

    YanıtlaSil
  12. bende bir ressam olsam böyle bir erkek çizerdim:)

    YanıtlaSil
  13. eveeet! ama ben gözlerini renkli yapardım. geçen gün düşündüm de sanırım renkli göz fetiş'im var. :P (yerinde bi tabir olmadı galiba? :))

    hoşgeldin :) moda blog'un varmış hem de.. keyif ve iştahla okuyacağım :))

    YanıtlaSil
  14. @deepblueeagle Orion ilk platonik aşkım değildi aslında. ondan önce bir de gitar hocam vardı; onu da sonra yazarım :) ve hatta Orion benimle ilgilenirken ben o gitar hocama şiirler yazmakla meşguldüm. ama gitar hocam tamamen bi 15 yaş fantezisiydi; çünkü pek fazla muhabbetimiz bile yoktu; sadece gitar çalışına hayrandım diyebiliriz; bi de yakışıklıydı tabi. her 15 yaşındaki tipin aşık olacağı gibi biri işte. :)
    aslında bunları da bir sonraki yazımda anlatayım.
    yorumların hep dolu dolu. gerçekten okunduğunu hissediyorum yazdıklarımın. şair bir arkadaşım şiir tek bir kişi için yazılır demişti; yani tek bir kişi bile okusa ve anlasa ve onun kalbi için bir şey ifade etse; bana yeter anlamında. öyle gerçekten. çok teşekkür ederim :)

    YanıtlaSil
  15. orion, baban, ve yazacağın daha bir dolu şey var. elbette okuyorum ve çok ciddiye alıyorum. yazdıkça geçmişteki hayaletlerden, gölgelerden, şeytanlardan kurtulacaksın. iyi bir sağaltma yöntemi. zaten bir çok edebiyatçı da kurtulmak, kendinden kurtulmak için yazar. senin gibi, kendi için. ama birileri de okur ve anlar. :)

    YanıtlaSil