Bu blog'ta yazılanların her hakkı yazarın kendisine aittir. Kaynak gösterilmeden ve izni olmadan hiçbir yerde yayınlanamaz.

BALODAKİ DAVETLİLER

Popüler Yayınlar

24 Haziran 2012 Pazar

I Wanna Love, and Dance Again!


“Keşfetmekten vazgeçmeyeceğiz / Ve keşfimizin sonunda / Başladığımız yere varmış olacağız / Ve orayı ilk kez gerçekten tanıyacağız.” –T.S.Eliot



Neyi keşfettim bilmiyorum geçen sürede... Elde ettiklerime değdi mi bu yarış, bilmiyorum... Ben; burada; Almeida denen bu karasal iklimde; kimliğim çantamda gezdim sanırım; bir gün gerçekten çıkarılmak üzere. Katlanmış yazlık kıyafetlerden oluşan bir rüya bavulu gibi... Beni palmiyelere geri götürecek bir bavul.




Buraya dönmeyi istedim ben. Isadora'dan, Almeida'ya dönmeyi, evet, istedim gerçekten. Neden? Bir hesaplaşmam vardı. Ama şimdi; dövüştüm belki de tüm kavgaları... Ve, yoruldum. Bunaldım. Nefessiz kaldım. 





Öyle ihtiyacım var ki coşkuyla akan bir şelaleyi kucaklamaya ve doğan güneşi arkasına almış ışıltıyla bana bakan bir gülümsemeye... Birinin bana gülümseyerek bakmasını özledim. 

Sayfaya en son eklediklerimi okumadım. Kim okudu bilmiyorum. Bazen bir boşluğa sesleniyor gibi hissediyorum; çiçeklere şarkı söylüyor gibi. Herhangi birinin beni gerçekten okuduğundan; ya da anladığından emin değilim; burada ya da gerçek hayatta.

Söyleyecek o kadar çok şey var ki.... Çoook çok...şeyler... Onları çoğu zaman yutuyorum ve gözyaşına dönüşmeden; dudaklarıma, gözlerime, yüzüme, hayallerime çok yakın bir yerde düğümlenip kalıyorlar...

Burada, silinip gittiğimi fark ediyorum. Arka plana karışan birtakım figürler gibi, resimlerdeki rengin, diğerleriyle usulca bir olması, onların bünyesine katılması ve figürün, kendi hatlarını yitirmesi gibi...




Tutku; çok önemli bir şey biliyor musun? Ben onu yitirdiğimi hissediyorum. Tıpkı bilgisayarın daha önce yüklenmiş ayarlarını geri getirmek gibi; 1.5 sene önceki beni geri getirmek isterdim. Bayılırlardı kahkahama. Derlerdi ki Marilyn C. içeri girince sanki güneş doğar; onun yüzü öyle ışıltılıdır, sesi öyle coşkuludur ki... Oysa burada, şimdi sahip olduğum iş yaşantımda sesimi kısmet isteyenler var. Beni grilerden bir gri, arka plandan farksız yapmak isteyenler. Ve buna engel olamıyorum... Koşullar böyle. Bu, seçtiğim bir zorluk; tırmanmam gereken bir tepe; ama sonrasında, o tepenin ardında, güneşe kavuşamayacağımdan korkuyorum... 



Şimdi, çalışmam gereken bir ders, halletmem gereken birkaç telafi sınavı var.

Şimdi, Avrupa'da bir şirin yere gitmenin planlarını yaptığım bir yaz, önümde. (Umarım bu minik hayal de çöpe atılmaz)

Şimdi, o şirin yerde yaşayan, 5, 6 senedir dolaylı olarak tanıdığım, hayranlık duyduğum, bana birtakım romantik laflar ettikten sonra şimdi beni umursamayan, biri aklımda... (Onunla konuşmak için can atıyorum. Dinlediği müzikler, izlediği filmlerden derinliğini sezebiliyorum. Ama kaygan bir şey gibi, nasıl desem, balık gibi? Avuçlarımdan kayıp gitmeye öyle meyilli ki... Bana istediğim gibi ilgi göstermiyor. İstiyorum ki hep mesaj atsın, bir şeylerden söz etsin, bir şeyler anlatsın; ben dinleyeyim... Bu beni çok mutlu ederdi. Ama, belki de masallarını bir başkasına anlatıyor. Bu yüzden yüzü bana dönük değil... Belki de belli etmemeliydim çok, ona ilgimi... Pff :((( )




Şimdi, çok sıkıntılı bir iş hayatım. Hırs küpü, arkadaş olması neredeyse imkansız, garip, acayip yüksek egolu iş arkadaşlarım.

Bir türlü tam olmayan bir şeyler var...

Bir plan kurup bu şehirden kaçmalıyım; ama öyle olmalı ki bu arada toplayabildiğim meyveleri toplayayım!



Hayat bazen, zor ama çok zor bir bilgisayar oyunu gibi. Bazen aynı bölümde takılıp kalıyorum gibi. Of Mario gelse beni kurtarsa :((

Çok kızgınım. Çok çok çok her şeye!!!

Eski güzelliğime bi türlü kavuşamadığım, aldığım kiloyu geri veremediğim, potansiyalimi harcadığım için;

Yeterince güçlü durmayı başaramadığımı düşündüğüm için,

Yeterince programlı çalışamadığım için,

Sabredemediğim için...

Ve daha birçok nedenden dolayı kendime çok kızgınım.

Beni anlamadıkları için de;

Duyarsız oldukları;

Sığ oldukları için;

İnsanlara kızgınım... Bunu derken özellikle iş ortamımı kastediyorum. Neredeyse orada değerimin bilinmediğini; fark edilmediğimi, yok sayıldığımı hissediyorum. Bir şekilde; puzzle'a uymayan bir parça gibi hissediyorum her nedense!!! 





Kendime not.
Bu da bu yazının sanatsal resmi olsun. "Kuyuyu Terk Eden "Gerçek"", adı onun. (Sanatçı:  Édouard Debat-Ponsan)  Rahiplerin ikiyüzlülüğünden,  "Dreyfus" olayının askeri gücünden kaçıyor. Bir diğer adı: "O (Kız) Boğulmuyor."


Adio!





4 yorum:

  1. Blogun çok karışık üst taraftaki yardım isteğini post sandım yorum nerede diye bakınıyorum =)
    Biraz daha sadeleştirirsen gezmek çok güzel olur. Hayatının aslında ne denli karmaşık ve kalıntılarla dolu olduğunu buradan da anlamak hiçte zor değil.

    Geçmiş mazidir. Yaşananlar ise kâr kalandır. Bir lastiği ne kadar uzatırsın uzatırsın sonra kopar ve eline patlar, acı verir. Lastiği bırakman gerektiği yeri bilmen lazım. Benzer şekilde hep derim arabayı dikiz aynasından kullanabilir misin? Önüne bakmazsan kaza yapman kaçınılmaz olur.

    Soruna gelirsek eğer gmail ise eposta ayarlarını blog için yeniden düzenlemen gerekebilir. Google hesap ayarlarını biraz karıştır elbet bulursun konuyu net olarak anlamadığım için çok birşey diyemeyeceğim.

    Bu arada nerelerdeydin? Halen pek iyi görünmüyorsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba! StummScream :) Aslında o sorun çözüldü... Blog'u kafam baya bi karışıkken böyle karışık bi hale getirdim, henüz yeni döndüğüm için toplamaya fırsatım olmadı. Evi dağınık bırakıp çıkmış gibi hissediyorum:) Aslında gayet iyiyim, bu süre zarfında çok iyi çok eğlenceli zamanlar da geçirdim. Bu post'u da bir bunalım anında yazdım, iş yüküm çok fazla bu aralar. Bilmiyorum ki, blog'u niye bıraktım... Sen nasılsın? Ne var ne yok?

      Sil
    2. Herşey aynı kötü halinde desem sanırım fazlasıyla yeterli olur. Hiç birşey değişmedi anlayacağın.

      Sil